İstanbul
Hafif yağmur
20°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
36,6753 %0.09
40,0531 %0.19
3.516,44 % -0,05
82.509,44 %-1.9
Ara

Gençlik Nereye Gidiyor?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Ülke ve dünya gündemi bu aralar biraz, garip. O kadar ki, artık bu gariplik silsilesi arasında yaşananları fazla sorgulamadan gündelik yaşamlarımıza devam ediyoruz. Yeni tutuklamalar, yeni krizler, yeni açılımlar, yeni iktidarlar … Siyasette çatışmaların ve uzlaşmaların aynı anda yaşandığı enteresan, biraz da oksimoron bir dönemdeyiz. Peki dünyada yaşanan bu kafa karıştırıcı süreç, biz gençleri nasıl etkiliyor?

Bazı büyüklerimin ülkeyi kurtaracağına inandığı bazı büyüklerimin de sorumsuz bulduğu “Z kuşağı”, bana sorarsanız kendinden öncekilerden radikal biçimde ayrışmıyor. Bizden önceki kuşaklarla aramızdaki en büyük fark, muhtemelen daha fazla internete maruz kalmış olmamız. İnternet aracılığıyla yeni insanlarla tanıştık, yeni fikirlerle karşılaştık, yeni dünyalar oluşturduk. Ancak yanlış anlaşılmasın, bu yenilikler içerisinde pürüzsüz bir olumlama barınmıyor.

Konuyu izninizle biraz tarihle bulandıracağım. Gözlemlediğim kadarıyla bugünün insanı, Gutenberg’in modern matbaasının icadından sonra insan kitlelerinin bilgiye kusursuzca ulaştığı yanılgısına sahip. Matbaa kısa süre içerisinde özellikle Batı ülkelerinin eğitim faaliyetlerinde devrim yaratmış, bilginin ulaşımını ve üretimini ciddi ölçüde kolaylaştırmış olsa da beraberinde birtakım olumsuzluklar da getirmiştir. Antik çağda üretilmiş bilginin tekrardan basılması ciddi bilgi kirliliğine neden olmuş ve kendini tehdit altında hisseden kilise baskısını engizisyonla artırmıştır.

Bu noktada değinmeden geçemeyeceğim, matbaanın “sıradan insana” olan etkisine dair okuduğum en etkileyici çalışmalardan biri sanıyorum Carlo Ginzburg’un Peynir ve Kurtlar’ı.  Çalışmada Ginzburg, marjinal fikirli yel değirmencisi Monocchio mahlaslı Domenico Scandella’nın engizisyon mahkemesindeki savunmaları üzerinden reform hareketinin ve matbaanın XVI. yüzyılın sıradan insanının düşünce dünyasını ne kadar etkileyebileceğini ortaya koymaya çalışıyor. Herhangi eğitsel altyapıya sahip olmadan erişebildiği sınırlı sayıdaki kitabı biraz çarpık biraz da orijinal yorumlamalarla çevresini yaymaya çalışan Monocchio’nun engizisyonun eline nasıl düştüğünü anlatan çalışma, matbaanın gündelik yaşama etkisini mikrokozmos ölçeğinde ele alıyor.

Toparlamak gerekirse, insanlık tarihinin en önemli icatlarından olan ve üretilen bilginin korunarak sonraki nesillere aktarılmasını sağlayan matbaa bile insanlığı çözmesi gereken bir dizi yeni sorunla baş başa bırakmıştı.

İzninizle bugüne geri dönüyorum. İnternetin ve matbaanın birbiriyle benzeşen birtakım özellikleri var. Bunlardan en önemlisi, bilgi kirliliği. İnternet şüphesiz insanların bilgiye ulaşımını ciddi ölçüde kolaylaştırdı ancak tıpkı matbaada yaşandığı gibi yanlış bilgiye ulaşımını da kolaylaştırdı. Buna ek olarak yine internetle hayatımıza giren “yankı duvarı” bize kendimiz gibi düşünen insanlarla buluştuğumuz ortak “cemiyetler” oluşturdu. Bu “cemiyet” ortamı insanların ortak hobilere ve düşüncelere sahip diğer insanlarla sosyalleşmesine neden olsa da aynı zamanda radikal ideolojilerin ve absürt komplo teorilerinin doğuşuna ev sahipliği yaptı.

İnternetin hayatımıza etkisinden medyanın son birkaç yıldır sıklıkla pişirerek servis ettiği Z kuşağına geri dönelim. Evet, en önemli farkımız şüphesiz internetle beraber büyümemiz. Ancak insanların sıklıkla abarttığı, umut bağladığı veya eleştirdiği bu kuşağa mensup insanların açıkçası kendinden önce doğanlardan çok da bir farkı yok. Mutasyona uğramadık, yeni uzuvlarımız oluşmadı, düşünce biçimimiz de sanıldığı kadar değişmedi.

Dünya ölçeğine bakarsak; biraz daha “aşırı” partilere oy vermeye eğilimimiz var. Gençliğimizin ateşine verebilirsiniz ancak ben konunun sadece içimizdeki “ateşle” sınırlı olduğunu düşünmüyorum. 90’larda ve 2000’lerde doğanların paylaştığı bazı sorunlar var. Ebeveynlerimiz veya ebeveynlerimizin ebeveynleri kadar rahat mülk edinemiyoruz. Alım gücümüz, aynı işi yapıyor olsak bile onlardan daha düşük. Daha az maddi imkana sahipken -internetin de desteğiyle- bizlere ebeveynlerimizin gördüğünden daha büyük, daha çeşitli ve daha farklı yeni ufuklar pazarlanıyor. Ve çoğu zaman bırakın bu kapitalist dünyanın genişleyen ufuklarını, ebeveynlerimizin gençliklerindeki maddi standartlara bile ulaşamıyoruz.

Merceğimizi Türkiye ölçeğine çekelim. Türkiye’deki gençleri dünyadaki -özellikle Batı’daki- muadillerinden daha trajik bir gerçeklik selamlıyor. Evet dünyada iktisadi durgunluk var ancak Türkiye’deki mevcut alım gücü bununla mukayese edebilecek ölçüde asla değil. Her ile üniversite açıyoruz düsturuyla kaynakların ölçüsüzce israf edilmesi, eğitimin yanlış planlamalarla murdar edilmesi, üniversitelerin sistematik olarak bastırılmaya devam edilmesi… Yalan söyleyemeyeceğim, bazı sorunları atalarımızdan devraldık. Ama onlardan daha farklı bir gerçeklikle sınanıyoruz.  

80 darbesinin ürünü olan AKP iktidarı ve bugünün siyasal iklimi, ailemizden bizlere bir çeşit “siyasi korku” mirası bıraktı. Bugün -ben de dahil olmak üzere- gençlerin haddinden fazla sindiğini ve yaşananlara karşı daha reaksiyoner bir tepki göstermesi gerektiğini iddia edenler; ailelerimizin 70’lerin ve 80’lerin politik travmalarından etkilenerek siyasete karşı aşırı korunmacı bir tutum benimsediğini göz ardı etmemeli. Anlayacağınız bu korku mirası üzerimizde Demokles’in kılıcı gibi sallanırken, baskının sürekli arttığı mevcut siyasi konjonktürde daha politik bir tavır alamıyor oluşumuz, sadece bizim alıklığımızla ilgili değil.

Şimdi sorulabilir elbette, sizin Gezi Parkı’nı veren önceki nesilden ne farkınız var diye. Şahsen bu yazıyı okuyor olsaydım, bu soruyu sorardım.

Aslına bakarsanız, bizden on yıl önce doğan nesille aramızda ciddi benzerlikler mevcut. Onlarda 80 darbesinin politik mirasını devraldı. Ancak bizlerle onların temel farkı ağır aksak da olsa işlerin daha iyiye gittiği, insanların geleceğe dair hevesler besleyebildiği bir Türkiye’yi ucundan yakalamaları oldu. Öte yandan bizler, eğitim hayatımızın başından itibaren düzenli olarak kötüye giden bir Türkiye’yi tecrübe ettik ve etmeye devam ediyoruz.

2000 sonrası gençlerin bir kısmını nitelendirirken kullanılan bir diğer kavramsallaştırma “Kanzilik”. İnternetin kendisi gibi düşünen insanların birbirleriyle “cemiyet” oluşturma vasfından söz etmiştim yazının önceki kısımlarında. İşte gençlerin oluşturduğu bu cemiyetlerde; mevcut baskıcı siyasal iklim ve kötü ekonomik göstergelerin yarattığı karamsarlık, ergenliğin kimlik bunalımlarıyla birleşince ortaya radikal söylemler ve önermeler çıkabiliyor. Açıkçası bu sadece Türkiye’deki gençlere özgü bir durumda değil, bütün dünyada benzerlerine rastlayabileceğiniz bir olgu. Ancak Türkiye’ye özgü olan kısmı, “kanzi” kitlesinin düzen yanlısı eğilimlere sahip olması. Bazı tarihsel karakterleri ideolojik saiklerle eğip bükerek “devlet” kavramına yeni bir kutsallık atfeden bu kitle, uçarı ve temelsiz fikirlere sıkı sıkıya sarılarak var olmaya çalışıyor. Özetlemek gerekirse, dünyadaki gençler içerisinde bulunduğu sosyoekonomik çevreye tepki olarak sistem karşıtı aşırı partilere yönelirken Türkiye’deki gençler, aşırı önermeler ve fikirleri benimsese de yüceleştirdiği “devlet” fikri üzerinden iktidar partisine destek verebiliyor.

Peki Türkiye’deki bu çelişkili durumun nedeni nedir?

Doğrusu henüz kendimi ikna edebilen bir fikir üretemedim, böyle bir fikirle de karşılaşamadım. Ancak birtakım düşüncelerim var elbette.

“Kanzi” olarak nitelendirilen bu kitle, genellikle muhafazakâr ailelerde büyümüş kentli gençlerden oluşuyor. Hatırlarındaki yaşam deneyiminin tamamı Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’den ibaret olan bu insanlar, ailelerinden miras aldıkları “siyasi korku” ve Gezi Parkı’ndan bugüne kademeli olarak kutuplaşan politik atmosfere karşı bastırılmış bir öfkeye sahip. Karamsarlık içerisindeki bu gençler, bulundukları internet cemiyetlerinde sözü geçen “kanaat önderi” işlevindeki insanların etkisinde kalıyorlar ve bastırılmış hislerini burada buldukları yeni fikirlerle kusuyorlar. Tam bu noktada iktidarın çarpık tarihsellikle oluşturduğu temelsiz politik söylemleri, bu gençlerin öfkesini muhalefete yönlendirmesine neden oluyor. Ancak gözlemlediğim kadarıyla burada muhalifler tarafından sıklıkla atlanan nokta, bu gençlerin -her ne kadar muhalefeti daha fazla eleştiriyor gibi görünseler de- iktidara karşı da sıcak hisler beslemiyor olmaları.

Kemal Tahir, notlarında bütün hünerlerini günübirlik taktiklere bağlamış politikacıların, kısa zamanda çevresinin ve kendisinin, kendine olan güvenini kaybedeceğini söyler. Naçizane fikrim, iki elini yukarıya açmış sessizce beyaz atlı mesihi tarafından kurtarılmayı bekleyen “Z kuşağı” nesline karşı politikacıların yeni bir umut, yeni bir idea, yeni bir siyasal pratik ile yaklaşması. Siyasileri oyunu almaya çalışan samimiyetsiz “taktisyenler” olarak algılayan bu kuşağın huzursuzluğu, yaratılacak yeni bir siyasi hikayeyle giderilebilir. Öte yandan üyesi olduğum kuşağa yönelik yapacağım en önemli eleştiri ise, hiçbir siyasinin veya siyasi hareketin biz harekete geçmediğimiz sürece dertlerimizi veya sorunlarımızı kavrayamayacağıdır. İç dünyamızdaki sırça köşkleri terk etmeden, kurtuluşun öylece kapımıza gelmesini bekleyemeyiz.

Yazdıklarımı toparlamam gerekirse “Z kuşağı” olarak sınıflandırılan biz gençler, sanıldığından daha “özel” veya daha “tembel” değiliz. Lakin maruz kaldığımız yaşam tecrübesi, bizden öncekilerden farklı birtakım gerçeklikler içeriyor. Bizde bu gerçekliklerin pençesinde hayata tutunmaya çalışıyoruz.

Her kuşakta olduğu gibi kimimiz insanlığın yeni icatlarına uyum sağlamakta daha başarılı, kimimiz ise daha başarısız. Ama en nihayetinde hepimiz kanımızla canımızla insanız. Tıpkı bizden yüzyıl önce yaşayanlar gibi, tıpkı bizden yüzyıl sonra yaşayacaklar gibi.

 

 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *