Muhalif Analiz / Oğuz Büber
Jean-Luc Godard 91 yaşında hayata gözlerini yumdu. Fransız Yeni Dalgası'nın öncülerinden arasında olan Godard ve sinema delisi düşünce arkadaşları, 1950'lerin kare sinema geleneklerine isyan ettiler. Kanonu, o zamanlar pek de itibar edilmeyen Amerikan tür sinemasını içerek şekilde yeniden tanımladılar. Kendi tutkularını ve görüşlerini dile getiren karakterler yaratan Godard ve arkadaşları; gerçek profesyonel film yapım tekniklerini ise boğucu ve gereksiz olarak nitelendirdiler.
1960 ile 1967 yılları arasında etkin olan Godard’ın bu süreçte farklı tarzlarda bir düzineden fazla uzun metrajlı filmde imzası vardı. Bu yapıtlar genç yönetmenlerin de ilham almak için faydalanacağı bir çalışma alanı oluşturmuştu. Kelime dağarcığına kattıkları ve potansiyeli genişletmesiyle; akranları ve haleflerini oldukça heyecanlandırmıştı. Sonrasında ise doğrudan siyasi yorum ve şiirsel imgelemelere yer veren bir dil kullandı. “Godardian” olarak isimlendirilebilecek bu türle ilgili yeni sinema denemelerinde bulundu.
İçerikte yer verdiğimiz bu dokuz Godard filmi, uluslararası ününü kazanmasını sağlayan yapıtlarını ve tanındıktan sonra çektiği ustalık eserlerini içeriyor.
Breathless – Serseri Aşıklar (1960)
Godard'ın ilk uzun metrajlı filmi olan Breathless, 1960'ta olduğu gibi şimdi de şaşırtıcı derecede radikal bir eser. Başrollerde görünüşte havalı, acımasız bir suçlu (Canlandıran Jean-Paul Belmondo) ve onun kaprisli Amerikalı sevgilisi (Jean Seberg) yer alıyor. “Breathless”, yönetmeninin hikayeyi anlatma biçimiyle sinemaya yenilik getiriyor. Godard; karakterlerinin sıradan bir Paris gününde silahla ateş etmesini veya kanunları çiğnemesi yerine, onların ortalıkta dolaşmasını göstermeyi tercih ediyor. Herhangi bir sinema sahnesinde aksiyon kendisini sıkmaya başladığında, sahnenin sonuca bağlanmasını beklemeden başka bir ana geçiş yapıyor. Bu uygulama amatörce görünmüyor. Aksine taze ve genç hissettiriyor. Belki de sinemanın kurallara ihtiyacı olmadığının bir kanıtı.
A Woman Is a Woman – Kadın kadındır (1961)
Yönetmenin en uçarı filmi olarak sınıflandırabileceğimiz ‘A Woman Is a Woman’ o dönem için yeni gerçekçi bir müzikal olarak sınıflandırılıyordu. (Görünüşte oldukça uyumsuz iki tür) Godard'ın o dönemki müstakbel eşi Anna Karina, hayatındaki adamlardan birinden hamile kalmaya çalışan bir striptizciyi oynuyor. “Breathless”ın başarısıyla cesaret depolayan Godard, bu filmde daha da cesur hamlelerde bulundu. Bu eserinde gerçek hayatın sadece uzun bir film olduğu hissiyatını beyazperdeye aktarıyor.
Vivre Sa Vie – Hayatını Yaşamak (1962)
Godard, baş döndürücü oyun süreli “A Woman Is a Woman”dan sonra çok daha kasvetli, alışılmadık derecede basit “Vivre Sa Vie” ile eser vermeyi sürdürdü. Anna Karina bu filmde; hayatını devam ettirmek için fahişelik yapan ve müşterilerini memnun etmek için çeşitli roller üstlenen hevesli bir aktris rolünde. “Vivre Sa Vie”de kendine atıfta bulunmayı ve izleyiciye göz kırpmayı bir kenara bırakan Godard, bunun yerine üstkurmaca hikayeyi belgesel-gerçekçi vinyet içerisinde anlatmıştır. Kentsel yaşamın yabancılaşmasını ve erkeklerin gaddar tutumunu da gözler önüne sermiştir.
Alphaville (1965)
Distopik bilimkurgunun soğuk bir yorumu olan bu nadir Godard fantastik filmi, 1960'ların başlarında Paris'te çekildi ve daha fütürist görünmek amacıyla hiçbir şekilde değiştirilmedi. "Alphaville", 20. yüzyılın ortalarından kalma modernizmin fonuna buruşuk, kara filmlere hazır bir gizli ajan koyuyor ve karakter ile yaşam alanı arasındaki görsel çatışmanın, teknolojinin insanlığın hayatını nasıl boğduğuna dair sanatçının kendi belirsiz görüşünü yansıtmasına izin veriyor. Tür film yapımcıları “Alphaville” sonrası bir dünyada; Godard'ın sıradan olanı nasıl yabancı gösterdiğini hesaba katmak zorunda kalacaklardı.
Weekend – Haftasonu (1967)
Godard'ın erken dönem çalışması “Weekend”a neredeyse her dakikaya şaşırtıcı görüntüler ve kışkırtıcı fikirler tıkıştırılmış. Tüm bunlar yaptıkları yolculuk ironik bir kabusa dönüşen üst-orta sınıf bir çiftin tuhaf ve hicivli hikayesini anlatırken ekleniyor. Filmin en önemli sekansı da bu fikri özetler nitelikte. Uzun bir çekimden oluşan bu sekansta destansı bir trafik sıkışıklığı, acıklı bir öfke ve mide bulandırıcı kanla noktalanıyor. Filmin içeriğine topluca değinmek gerekirse sürükleyici olmak amacıyla yeterli enerji ve mizahın verildiği uzun bir iğrenme uluması olarak tanımlayabiliriz.
Sympathy for the Devil – Şeytan için sempati (1968)
“Weekend”dan sonra Godard'ın sinema konusundaki hayal kırıklığı doruğa çıktı. Sonraki yarım on yıl boyunca kendini yeni bir şeye öncülük etmeye adadı. İlk deneylerinin kuru mizahını bir kenara atan Godard, onun yerine her zamankinden daha keskin şekilde siyaseti koydu. İzleyicilerini ırkçılık, Vietnam Savaşı ve yaklaşan devrim olduğunu varsaydığı gerçeklerle yüzleşmeye zorladı. Bu dönemin en kalıcı eserlerinden biri, bağlantısız belgesel görüntülerinin yer aldığı The Rolling Stones'un yorucu kayıt sürecini de içeren “Sympathy for the Devil” oldu. Tek başına “eğlenceli” olacak değerlendiremeyeceğimiz yapıt “Godard”ın bir marka haline geldiği bir zamanın portresi olarak büyüleyici - O kadar ki, dünyanın en popüler rock gruplarından birini sadece bir motife indirgemesine izin verildi. Onun bilinç akışı adeta Marksist kitabı.
First Name: Carmen – Adı Carmen (1983)
1983 yapımı “First Name: Carmen”, alışılmamış bir adaptasyon denemesi. Georges Bizet'nin operası, bir devrimcinin ve büyülediği askerin erotik dolu hikayesine dönüşüyor. Eski Hollywood melodramlarının yasak romantizmini anlatan Godard, hem bir banka soygunu hem de bir adam kaçırma olayını sahneleyerek Amerikan tarzı filmlere olan sevgisini canlandırıyor. Ayrıca en erişilebilir ve tutkulu filmlerinden biri için 70’lerin o bomba atan Reagan ve Thatcher siyasetine de yer veriyor.
Hail Mary (1985)
Godard on yıllık sürecin büyük bölümünde kültürel sohbet alanının dışında kalmıştı. 1985 yılında çektiği; gizemli bir şekilde hamile kalan Mary adında bir işçi sınıfı bakiresini konu alan filmiyle Godard birden yeniden skandal konusu haline geldi. 80'lerin ortalarındaki gerici muhafazakar siyasetten çıkarılan “Hail Mary”, bir zamanlar göründüğü kadar şok edici değildi. Aslında büyük bir hassasiyet ve özlem içeren filme kahramanın yuvarlak karnını yansıtmak için tasarlanmış güneş ve ay görüntüleri ile bakmak da ayrıca güzel.
Goodbye to Language – Dile Veda (2014)
Godard'ın son filmlerinden biri olan film çekişen bir çift hakkında ince bir hikaye ele alıyor. Film izleyenleri anlambilim hakkında bir dizi akademik tartışmaya da sokuyor. 3 boyutlu olarak çekilen ‘Dile Veda’ bazı sahnelerde izleyicilerin sağ ve sol gözlerine farklı resimler göndererek formata daha da özgün yaklaşıyor. Yine de bu hile olmadan bile film hem sanatsal hem de benzersiz olarak nitelendirebilir. Fikirlerin fikirlerle savaştığı bir Godardian savaş filmi olarak adlandırılabilir.