İstanbul
Parçalı az bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,7521 %0
37,3298 %-0.54
102.308,77 %2.632
3.177,28 0,84
Ara
Muhalif. GÜNDEM Vah Türkçem, eyvah Türkçem! II

Vah Türkçem, eyvah Türkçem! II

Sadece yeni ünlülerden bahsetmiyorum, akşamları açıkoturum programlarında konuşan koca koca profesörlerin de dillerine katlettikleri Türkçenin kanı bulaşmış!

Okunma Süresi: 6 dk

Muhalif. Özel - Erdem Beliğ Zaman

Bu hafta da “Vah Türkçem Eyvah Türkçem” serisine Öz Türkçe konusuyla devam edecektim. Ancak Pazar akşamki Altın Kelebek ödüllerini seyrederken daha sonraları değineceğim bir meseleyi öne çekmeyi, sıcağı sıcağına değinmeyi daha uygun gördüm. Özellikle armağan alan “yeni nesil ünlülerimizin” konuşmalarına şahitlik edince bu değinmeyi neredeyse vazife addettim. Hatta bu konuşmaları dinlerken eskinin o eleştirdiğim “N’ayır n’olamaz”ları, “N’vet benim”’leri kulağıma olmasa dahi gözüme sevimli göründü. Bu törene farklı bir isim verilmesi gerekseydi yeni ismi muhakkak, “Kelebeği altın, Türkçesi teneke bir ödül töreni” olmalıydı!

İnternette video altındaki yorumlara göz gezdirmek bugünün dünyasında zannımca halkın bir kısmının nabzını yakalamanın en kolay yollarından biri… TRT’nin birkaç sene evvel açtığı ve sonra ne olduysa birden kapadığı arşivinden bir video bir ara epey seyredilenler arasındaydı. Bu videoda sayın Uğur Dündar 1970’lerde bir hırsızla konuşuyordu. Seyredenler hırsızın ne anlattığından ziyade, Türkçesine takılmışlardı! Öyle ya, birçoğunun yazmayı beceremediği Türkçeyi, adam takılmadan, “ee”lemeden konuşuyordu! Düşününüz, toplumun kabul edilmeyen kesimine mensup birinin tüm kesimlerden iltifat görmesini? O devrin sanatkârlarını zaten anmaya lüzum yok. Bir Vasfi Rıza Zobu’nun, bir Bedia Muvahhid’in, bir Münir Özkul’un, bir Macide Tanır’ın, bir Orhan Boran’ın ve bir Zeki Müren’in Türkçesini duymak isteyenlerin gene İnternetteki ses kayıtlarına bakmaları kâfidir…

Şimdiyse Türkçesiyle, haliyle ve hareketiyle topluma örnek olması gereken sanatçılara halk edep öğretir, telkin verir hale geldi… Dünya tersine döndü derlerdi ya işte o oldu! Peki bu vaziyete nasıl gelinildi? Eğitim derseniz bugün konuştuğumuz İstanbul diyalektinin çıktığı memba, Aksaray-Laleli efradından ev hanımlarının konuşmalarıdır! Evet, Ziya Gökalp ideal Türkçenin bu hanımların konuştukları dil olarak belirler çünkü etkileşimsizdir, tabiidir; Türkçenin en öze yakın, katışıksız ve saf halidir… Beyler, erkek-egemen toplumdan çıkmışlar; ister istemez farklı milliyetlerden kişilerle muhatap oluyorlar, ticaret ediyorlar, konuşuyorlar, görüşüyorlar; bir nevi kültür alışverişinde bulunuyorlardı. Hanımlar ise kısıtlı bir hürriyet içerisinde en iyi ihtimalle kendi aralarında konuşabiliyorlardı. Bu da dildeki bozulmayı azaltıyordu.

Sonradan öğrenilen yabancı dillerin, ana dile tahakkümünü az bilmeyiniz. İyi okullardan mezun arkadaşlarımla muhabbet esnasında fark ediyorum; konuşma arasına gayriihtiyarî olsun, bilerek olsun hep bir yabancı kelime sızar… Ve o kadar belli eder ki kendini bu yabancı kelime, konuşmanın en ehemmiyetsiz kısmında geçse bile en mühim kısma baskın gelir, o kısmı gölgeler… Muhabbet bittiğinde akılda kalan belki de tek yabancı kelimelerdir… “Plaza dili” diye dalga geçilen lisan, bu etkileşimin en iyi şekilde gözlemlenebileceği konuşmadır. Ne bizimdir, ne elindir. Ortada kalmış, hiçbir şey olamamış zavallı, zürriyetsiz bir kelimeler yığınıdır. Adeta akortsuz bir saz gibi ses çıkarır. Dinleyenin kulağını tırmalar. Oysaki Türkçe, doğru konuşanın dilinde şiirdir. Tıpkı yukarıdaki hırsızın konuşması gibi…

Türkçenin güzel numunelerini duymamak, okumamak; Türkçeyi harika bir şekilde konuşanlarla sohbet etmemek, onları dinlememek Türkçeyi bugünkü haline düşüren faktörler olmuştur. Mesela bazıları bana kızabilirler lâkin televizyon dizilerinden dublajın kaldırılmasını çok yanlış bulmuşumdur… Bir Jeyan Mahfi Tözüm’ün, Nevin Akkaya’nın yahut Hayri Esen’in Türkçesini şimdi duyabilmek kabil mi? Uzatılmayacak harfi uzatmak, kısa okunacak harfi uzatmak yeni bir kaide halini aldı Türkçede; bilhassa Osmanlıca kelimelerde. Tek sebebi zannımca okumamak, dinlememek…

Doğru telaffuzu geçtik, konuşma içeriğinde de pek bir şey kalmadı ne yazık ki! Konuşacak kişi, diyeceklerini toparlayamıyor… Bazıları ne konuşacağını dahi bilmiyor! Sadece yeni ünlülerden bahsetmiyorum, akşamları açıkoturum programlarında konuşan koca koca profesörlerin de dillerine katlettikleri Türkçenin kanı bulaşmış! Çoğu muhafazakârlıklarından eski kelime kullanma yarışına giriyorlar fakat bu yarış katliamla sonuçlanıyor… Güzelim dil ağacımızın dallarına tüneyen müthiş kelimeleri; birer-ikişer, beşer-onar düşürülüyor!

Ödül törenine gelirsek…

Her eline kelebek konan teşekkür etti. Biri-ikisi etseydi göze batmazdı ama istisnasız hepsi… Sülaleler sayıldı, eş-dost-akraba.. hiçbir şey es geçilmedi… Es geçilen sadece Türkçe oldu, dil oldu… Teşekkür konuşmasında ille kuru kuruya teşekkür edilecek diye bir kanun yok. Türkçede teşekkür yerine geçebilecek onlarca söz ve söz dizisi var! Bir de güzel konuşma yapılacaksa teşekkürden geçinilir ve Türkçemizin o nefis kelimelerinden örülü cümleler dökülür ortaya… Sayın Safa Önal’dan dinlemiştim; Adapazarı’ndaki bir edebi matinede Yusuf Ziya Ortaç’ın Adapazarlılara seslendiği konuşmasını, “Size kalbimin ellerini uzatıyorum…” diyerek başlatmıştı.  Ebebî matineye yakışan ne romantik bir açılış… Ya o karanlık işgal günlerinde halka yeniden nabzını attıran Sultanahmet Mitinglerinde, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in konuşması! “Bedbaht kardeşlerim!” nidasıyla başlayıp, “Yaşadığımız büyük asırlardan sonra memleketimizin manevî ufuklarında meş’um bir saat çalmaya, kara günler doğmaya başladı…” cümlesiyle devam eden bir edebî metindi sanki bu konuşma… Anlaşılır, net fakat estetik, hoş… Konuşmanın iyilik ölçütleri sayılacaksa kanaatimce bunlar olmalıdır… Mevzubahis törendeyse “Bunu tutuyorum çünkü elimde…” gibi sanki İonesco’nun absürt piyeslerinin metinlerinden çıkma sözler sarfedenler vardı…

Bu tören geçti, gitti… Takılı kalmamak yapılacak en doğru harekettir. Yarın yeni törenlerde konuşulacak… Tekrar bu komikliklerin yaşanmaması için neler yapılabilir, onları konuşmalıyız. Evvela güzel Türkçe dinleyebileceğimiz ustalara sarılmalı… Bir Kemal Tahir’in, “Türkçemiz sende kaldı…” dediği sayın Safa Önal’ın 2008’de Sinema Yazarları Derneği’nin ödül töreninde yapmış olduğu konuşmayı dinlemeliyiz… Türkçeyi nehir gibi nasıl gürül gürül akıtmış Usta görmeliyiz… İsteyenler için linki de yazının altına bırakıyorum; irticalen nasıl teklemeden güzel konuşuluru dinlemek isteyenlere…

Yeter ki iyi Türkçe dinlemek isteyin, hâlâ şansınız var… Gene yaklaşık bir ay evvel sayın Ali Poyrazoğlu’nu seyretmeye gitmiştim. “Şıngır da Şıngır Beyoğlu” idi oyunun adı. Ali Poyrazoğlu usta, eline aldığı notlardan iki buçuk saatlik bir gösteri sundu! Yani anlayacağınız ortada bir tekst yoktu! Buna rağmen bir tek defa teklemedi, “ee”lemedi, beklemedi! Artık kulakların aşina olamayacağı bir Türkçeyle rahat rahat esprisini yaptı, hüngür hüngür ağladı, ağlattı… Seyreden tiyatronun zevkini tattı… Israrımdan dolayı mahkemeye verecek diye korkuyorum ama bu oyunu muhakkak tekrar oynamalı! “Hayatım Roman” oyunu bir başka Türkçe şöleniydi… Hele farklı yaşlardaki Ali Poyrazoğlularla yemek yediği kısım son senelerde duyduğum en iyi nükteydi! Canlı seyretmek lazım…

Türkçe hitabet dilidir. Ata’mızın Cumhuriyet’in onuncu yılındaki nutkunda duyduğumuz gibi. Türkçeye yabancı ve cahilce hastalıklar bulaştırıp o mühim özelliğini köreltmemeliyiz. Bu hastalıktan korunmanın tek yolu da ruhumuzu hâlis Türkçeyle aşılamaktır.

Konuşma linki: https://youtu.be/hq73nhjg7EI

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *