İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4661 %-0.06
36,5420 %-0.16
3.550.537 %3.58
3.073,62 0,66
Ara
MUHALIF GAZETECILIK GÜNDEM Vah Türkçem, eyvah Türkçem! III

Vah Türkçem, eyvah Türkçem! III

Bu hafta gene gemimi Öz Türkçenin hırçın sularında yüzdüreceğim...

Muhalif. Özel - Erdem Beliğ Zaman

Bu hafta gene gemimi Öz Türkçenin hırçın sularında yüzdüreceğim. Yazımda başlıktaki soruyu layıkıyla cevaplandırabilmek için Öz Türkçeye, iki ayrı cepheden bakmak istiyorum. Cephelerden biri sanat ve estetik; diğeriyse bilim ve teknik… Dolayısıyla gemimde dümeni iki kaptana vereceğim. Umarım batmadan gemiyi sakin bir limana ulaştırabilirim. İlk olarak sanat ve estetik cephesinden konuyu ele alalım isterseniz.

Nurettin Artam, Cumhuriyet devrinin çok meşhur bir yazarıydı. “Toplu İğne” ve “Gelişigüzel” müstearlarıyla yazdığı fıkralar devrin en beğenilenleri arasındaydı. O günlerin anekdotlarına ve nüktelerine meraklı olanlar; birçok esprili nüktede Nurettin Artam isminin geçtiğini bilirler. Nurettin Bey’in 1933’te basılan “Boş Saatlerde” isimli kitabındaki şu yazısını okuyanlar edebî şöhrete boşa kavuşmadığına kâni olacaklardır:

“Sakin bir yaz gecesinde artık sararmağa yüz tutan çayıra sırtüstü yatarak gökyüzüne, gökteki yıldızlara doyasıya baktın mı? Gök yüzünün birer küçük elmas parçasını hatırlatan bu süsleri biribirlerine ne kadar yakın görünürler.

Bu yıldızlar, bazen sevişiyor sanılan iki gönül gibidir. Uzaktırlar, fakat uzaktan bakan gözlere ne kadar yakın hissi verirler…”

Aynı yazarın çok değil on bir sene sonra, yani 1944’te neşredilen “Öz Dilimizle Sınangılar” isimli kitabından aldığım şu parafların aynı yazara ait olduğuna kapaktaki ismi görmesem inanmayacaktım:

“Ankara’nın güneşi o çentik tepelerin ardında doğar ve tanlayın yer gök kıranını bütün acunun üzerine çekilmiş bir Türk bayrağı boyasına boyar. Burası budunun yüreğidir ve burada Gazi kurçağının kıranındaki iki erkekle bir kadın gibi bütün bir budun ülkü, inan ve ilinti bağlariyle kenetlenir; ilerlemeğe yücelmeğe anıktır.

Ankara, yozkaanları, çürümüş görsekleri devirmenin, bu yolda beliren bütün eğrekleri ezmenin anlığıdır.

Ankara bir kıpma içine geçmiş ve geçecek günlerin en büyük savaşını sığdırdı. Budunu Onatlığa, erdemliğe yeden ve ona ellerden üstün bağışlayan bu kenttir, bu da kenti yeniden kurandır.” 

Nerden başlamalı? Bir defa başlıktan başlamalı… “Sınangı” zannederim deneme manasına geliyor. “Deneme” de yeni türetilmiş bir kelime fakat bir ihtiyaç neticesinde ortaya çıktı ve vazifesini de hakkıyla yerine getirdi, getirmekte… “Sınangı” sanki Eski Türkçe Kitabelerden kalkmış da gelmiş bir kelime… Metinde altı çizili kelimelerin hepsi o tarihte türetilmiş kelimeler… Kent, kenetlenmek, yücelmek, erdem ve ülkü hariç hiçbiri günümüze gelemeden kaybolup gittiler… Yani ortalama yirmi kelimeden beşi ancak dilimizde yer edinebildi. Bu da dörtte bir başarı yapar ki, buna başarı bile denemez!  Estetik tarafına hiç girmiyorum çünkü bu yazıda öyle bir tarafın kaldığını zannetmiyorum!

Hani Gültekin Çeki tarafından yapılan bestesi hepimizin diline takılan:

“Kara gözlüm efkârlanma gül gayrı
İbibikler öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki gel gayrı
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.”

şiirinin şairi Bekir Sıtkı Erdoğan’ın bu düz yazıdan daha da karmaşık sokaklarda kaybolmuş bir manzumesi vardır. Vezni aruzdur, dili zannımca Türkçe:

“Bir tezdi henüz, kuşkulu bir tezdi bu sevdâ!
Kavramları kökten çürütüp ezdi bu sevdâ!
Her zerremi, dem dem dolaşıp gezdi bu sevdâ!
Âlemde kayıp her ne ki var, sezdi bu sevdâ!
Hiç böyle derin gönlüme düşmezdi bu sevdâ!”

Kavram, tez gibi kelimelere bakıp şair Öz Türkçeden etkilenmiş diyeceğiz ama âlem, sevdâ gibi kelimeler ne oluyor? Modern bir karma yapmış demek istesek, aruz vezni ciyak ciyak bağırıyor! Velhasıl ortaya böyle her iki tarafa da yaslanamadığından havada kalmış bir metin çıkıyor! Nurettin Artam hiç değilse eski kelimelerle arasına ciddi bir mesafe koymuş metnini tamamen Öz Türkçe sözler üzerine inşa etmişti. İyi bir şair olduğu bilinen Bekir Sıtkı Bey ise bu manzumesinde eskiyi yeniyi bir potada karıştırmak istese de karışan zihinler oldu…

Sanat cephesinden bakınız lütfen, güzel mi? Zaten senelerdir Öz Türkçeye hezeyan diyenler bu metinleri örnek gösterip de eskiyi müdafaa edenlerdir…

Elbette sanat bakış açısıyla hayatın diğer sahalarında yol almak imkânsızdır. Sanat tarafıyla sakıncaları vardır Öz Türkçenin muhakkak, fakat bir de bilim ve teknik penceresinden bakalım isterseniz; misali devrin hendese dersinden bir cümleyle vererek:

Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri biribirine müsavi müselles demektir.”

Elinizi gönlünüze, kendinizi o günlerdeki bir öğrenci yerine koyup söyleyiniz; ne anladınız cümleden? Bu terimlerle ve ifadelerle bilim yapmaya imkân var mı bugün? Şükür ki bizim bin yılda bir gelen bir şansımız vardı ve duruma bizzat el koydu. Üşenmeden, onca işi arasında hendeseyi “geometri” yaptı ve bir kitap hazırladı. O cümleyi şu hale getirdi:

Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.”

Bu’ud=boyut, satıh=yüzey, nısf-ı kutur= yarıçap oldu… Bilim yapabilecek bir dile sahip olduk. Kimin sayesinde mi? Tabii ki Atatürk’ümüz sayesinde!

Peki bilim cephesinden bakarak, Öz Türkçeye hezeyan demek yanlışlık değil midir? Muhakkak. O halde başlıktaki, “Öz Türkçe hezeyan mıdır, heyecan mıdır?” sorusunu bir daha cevaplandırmak gerekecek. Çünkü Öz Türkçe ne gelip geçici bir heyecandır, ne de yıkıp ezici bir hezeyan… Öz Türkçe bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyaç istikametinde kullanılmalıdır. Aşırıya kaçmamak şartıyla…

Yeni bir yıla giriyoruz. Şu temennimi lütfen kabul ediniz: “Sene-i cedid cümlemize asayiş ihsan eyleye, cümlemizi mes’ud ve müteyemmen eyleye…” Şaka yaptım tabii… “Yeni yıl hepimize sağlık, mutluluk, kazanç ve bereket getirsin efendim. Nice huzurlu senelere kavuşmamız dileğiyle…” diyecektim. Nitekim Öz Türkçe bir ihtiyaçtır.

NOT: Bekir Sıtkı Erdoğan’ın şiirini paylaşarak yazımı tamamlamama yardımcı olan genç tarihçi dostum sevgili Emir Gürsu’ya yürekten teşekkür ederim.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *