İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
38,3249 %0.05
43,7246 %0.78
4.113,13 % 0,34
91.876,30 %-2.537
Ara

İklim Kanunu Geldi: Panik Değil, Fırsat Zamanı

YAYINLAMA:
İklim Kanunu Geldi: Panik Değil, Fırsat Zamanı

Geçtiğimiz günlerde kabul edilen İklim Kanunu toplumda farklı bakış açıları ile yorumlanıyor. Hem sosyal medyada rastladım hem de eşimden dostumdan birçok soru ve yorum aldım kanunla ilgili.   "Seyahatlerimiz mi kısıtlanacak?", "Bahçeme fidan dikemeyecek miyim?", "Tarım mı yok edilecek?", “Karbon vergisi ile çiftçimizi yok edeceğiz.”, “Yapay et mi yiyeceğiz?”, “Benim hayalim emekliliğimde tarım yapmaktı, şimdi yapamayacak mıyım?”

Öncelikle net bilgi: Hayır, İklim Kanunu kimsenin seyahat etmesini, bahçesine fidan dikmesini ya da tarım yapmasını yasaklamıyor. Aksine, bu kanun iklim krizine karşı topyekûn bir mücadele için atılmış çok önemli bir adım. Ancak şu bir gerçek ki hayallerimizi ve alışkanlıklarımızı değiştirmek zorundayız.

Öncelikle bu bilgi kirliliğinin nedenine kısaca değinmek istiyorum.

  • İnsanlar zaten hayat pahalılığı, su krizi, işsizlik gibi sorunlarla boğuşurken bir de “iklim krizi” gibi devasa bir sorunla yüzleşmekten kaçınıyor.
  • Böyle durumlarda savunma mekanizması devreye giriyor: “Bizi kandırıyorlar”, “Asıl amaç başka” gibi düşünceler, gerçeklerden daha rahatlatıcı hale geliyor.
  • Sosyal medyada herkesin “uzman” gibi konuşması, duygusal ve korku dolu içeriklerin bilimsel açıklamalardan daha hızlı yayılmasına neden oluyor.
  • “Yasa çıktıysa kesin altında başka bir şey vardır” düşüncesi, geçmişte şeffaf olmayan uygulamaların mirası.
  • İnsanlar özellikle çevre, tarım, enerji gibi konularda alınan kararların her zaman halk yararına olmadığını düşündüğü için, şimdi alınan iyi kararlar bile kuşkuyla karşılanıyor.
  • Ve belki de en önemlisi, iklim krizi hala çoğu kişi için soyut bir kavram. İklim değişikliği hâlâ birçok insan için “kutuplardaki buzullar” gibi uzakta yaşanan bir problem.
  • Oysa iklim krizi, marketteki domatesin fiyatı, kuraklık yüzünden sulanamayan tarla, ya da taşan dereyle gelen sel demek.

İklim Kanunu Ne Getiriyor? Ona bir bakalım.

İklim Kanunu’nun temel amacı, Türkiye’nin karbon emisyonlarını azaltmak, iklim değişikliğine uyum sağlamak ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmek. Bu kanunla birlikte:

  • Sera gazı emisyonlarının takibi ve raporlaması zorunlu hale geliyor,
  • Yeşil finansman modelleri teşvik ediliyor,
  • Yenilenebilir enerji, sürdürülebilir tarım ve su yönetimi destekleniyor,
  • Belediyelere ve yerel yönetimlere iklim dostu uygulamalar için yetkiler veriliyor.

Yani bu kanun aslında tarımı yok etmiyor, tam tersine tarımda verimli su kullanımı, iklim dostu üretim, kuraklıkla mücadele gibi başlıklarda çiftçiye yeni fırsatlar ve destek mekanizmaları sunuyor.

Gelelim Karbon Vergisine.

Evet, dünyada en fazla karbon salımı yapan ülkeler Çin, ABD ve Avrupa ülkeleri. Ancak "biz az salım yapıyoruz, o zaman sorumluluk da az olsun" mantığıyla ilerleyemeyiz. Çünkü iklim krizi sınır tanımıyor. Türkiye Akdeniz havzasında yer aldığı için kuraklıktan, orman yangınlarından, ani sellerden en çok etkilenecek ülkelerden biri.

Karbon vergisi ise bu sürecin adil bir parçası. Hem şirketleri daha temiz üretime yönlendiriyor, hem de yeşil dönüşüm için kaynak yaratıyor. Üstelik bu vergi yalnızca bireylerden değil, esas olarak büyük sanayi ve iş dünyasından alınıyor, olması gerektiği gibi. Kanunun en önemli yönlerinden biri, iş dünyasını iklim dostu üretim yapmaya zorlaması. Bu da bazı çevreler tarafından "ticarete engel" gibi yorumlansa da, gerçek şu: Bugün dünyayı kirleten en büyük aktör sanayidir. Dolayısıyla karbon salımı, çevresel etki, atık yönetimi gibi alanlarda şeffaflık, denetim ve sorumluluk artık kaçınılmaz.

Kanunun en önemli yönlerinden biri daha, iş dünyasını iklim dostu üretim yapmaya zorlaması. Bu da bazı çevreler tarafından "ticarete engel" gibi yorumlansa da, gerçek şu: Bugün dünyayı kirleten en büyük aktör sanayidir. Dolayısıyla karbon salımı, çevresel etki, atık yönetimi gibi alanlarda şeffaflık, denetim ve sorumluluk artık kaçınılmaz.

Evet, bu kanun belki yeterli değil. Hâlâ birçok boşluk, birçok eksik uygulama var. Ama bu kanun, Türkiye'nin iklim krizini artık resmi olarak ciddiye aldığını gösteriyor. Bu, Paris Anlaşması’na uyum sürecinde somut bir adımdır. Eleştirilebilir, geliştirilebilir; ama küçümsenemez.

Bununla birlikte, seyahatlerin sınırlandırılmasını, bahçelerin kontrolsüz sulanmasının, arabaların rastgele yıkanmasının kısıtlanmasını da doğru buluyorum. Çünkü artık kişisel alışkanlıklarımızın da iklim üzerinde etkisi büyük. Hatta daha da ileri gidip şunu söyleyebilirim: Hobi amaçlı, verimsiz ve bilinçsizce yapılan "hobi tarımı" uygulamaları yasaklanmalı. Su kaynakları bu kadar kritikken, bilinçsiz sulama ve tarımsal israfı artık taşıyacak gücümüz kalmadı.

İklim Kanunu, bir tehdit değil. Doğayla uyumlu yaşamanın yeni anayasası olabilir. Biz yeter ki doğru anlayalım, doğru uygulayalım. Bunun için de karar vericiler daha sade, net ve samimi bir iletişim dili kullanılmalı. Bilimsel veriler kadar duyguya ve gündelik hayata hitap eden anlatımlar yapılmalı. Ve en önemlisi, karar süreçlerinde halkın kendisini dahil hissedeceği mekanizmalar kurulmalı. İnsanlar, kendilerini dışlanmış değil, sürecin parçası hissettikçe güven de artar, direniş de azalır.

Unutmayalım ki doğanın bize ihtiyacı yok, ama bizim doğaya ihtiyacımız var.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *