
NATO 76 yaşında: Müttefiklikten muhataplığa – Trump’ın gölgesinde yeni bir yol ayrımı

NATO, kuruluşunun 76. yılında, tarihi boyunca üstlendiği tüm rollerin ve krizlerin ötesinde, belki de ilk kez kendi varlık nedenini bu denli sorgulayan bir döneme girmiş durumda. 1949’da Sovyet yayılmacılığına karşı kurulan bu askeri ittifak, Soğuk Savaş boyunca Batı'nın güvenlik mimarisinin temel direği oldu. Ancak artık NATO’nun karşısında yalnızca dış tehditler değil, içeriden gelen ciddi bir tehdit var: Transatlantik güvenin erozyonu. Bu erozyonun başlıca tetikleyicisi ise yeniden seçilen Donald Trump.
Donald Trump’ın 2025’te ikinci kez başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte, Avrupa başkentlerinde büyük bir alarm hali oluştu. Trump’ın ilk döneminden hatırlanan agresif dış politika, NATO’ya olan kuşkulu yaklaşımı ve “önce Amerika” anlayışı, bu kez daha yüksek perdeden geri döndü. Avrupa’ya yönelik ağır ticaret yaptırımları, özellikle otomotiv ve enerji sektörlerinde ciddi maliyetler yarattı. Almanya merkezli Volkswagen üretimini azaltırken, İrlanda’daki firmalar kısa çalışma sistemine geçti. Trump, Avrupa’yı artık müttefik değil; ekonomik bir rakip, hatta zaman zaman “stratejik yük” olarak tanımlıyor.
Trump için NATO, bir güvenlik ortaklığından ziyade, “Amerikan sübvansiyonlarıyla korunan nankör ülkeler kulübü” gibi algılanıyor. Bu yaklaşım, ittifakın temel değerlerini zedeliyor.
Grönland krizi ve egemenlik meselesi
Trump’ın Avrupa ile ilişkilerde yeni bir cephe açtığı alan ise şaşırtıcı biçimde Arktik oldu. Grönland’ı satın alma fikrini yeniden gündeme getiren Trump, Danimarka’yı ekonomik yaptırımlarla tehdit etti. Bu hamle, sadece Danimarka’nın değil, AB'nin egemenlik anlayışına doğrudan bir saldırı olarak yorumlandı. Avrupa kamuoyunda Trump artık sadece tartışmalı değil, açıkça saldırgan ve yayılmacı bir figür olarak görülüyor. Bu kriz, NATO’nun kolektif dayanışma ruhuna da gölge düşürdü.
NATO’nun iç dengelerinde sarsıntı
Trump’ın ABD’nin NATO’ya olan mali katkısını sorgulaması, Avrupa’daki Amerikan birliklerinin azaltılabileceği yönündeki açıklamaları ve savunma harcamalarının “borç” olarak tanımlanması, ittifakın iç dinamiklerini derinden sarsıyor. Baltık ülkeleri, Polonya ve Romanya gibi doğu sınırındaki üyeler, Rus tehdidine karşı ABD’nin askeri varlığına daha fazla ihtiyaç duyarken; Batı Avrupa ülkeleri daha temkinli ve özerk politikaları tartışıyor. Ortak bir tehdit tanımı bile yapmanın zorlaştığı bu dönemde, NATO içinde askeri koordinasyon kadar siyasi uyum da zorlaşıyor.
Ukrayna: Desteğin sınırı mı? İttifakın son mevzisi mi?
NATO’nun Ukrayna’ya verdiği askeri, ekonomik ve istihbari destek, Soğuk Savaş sonrasında ittifakın en ciddi sınavlarından biri olarak tarihe geçiyor. Bu destek, Batı'nın demokrasi, egemenlik ve uluslararası hukuku savunma iddiasını pratikte test eden bir örnek oldu. Ancak bu kolektif çabanın ne kadar sürdürülebilir olduğu, özellikle ABD’de yaşanan siyasi değişimle birlikte ciddi biçimde sorgulanmaya başlandı.
Donald Trump’ın Kasım 2024 seçimlerinde yeniden başkan seçilmesiyle birlikte Washington’ın dış politika öncelikleri değişime uğradı. Trump’ın, daha önce de sıkça dile getirdiği gibi, Ukrayna’yı esasen "Avrupa’nın problemi" olarak görmesi, ABD’nin desteğini kademeli olarak çekmeye başlamasına neden oldu. Yeni Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, “Ukrayna’ya verilen destek somut bir sonuç üretmiyor, sadece savaşın uzamasına hizmet ediyor” açıklaması, ABD’nin yeni yaklaşımının yalnızca ekonomik değil, stratejik bir kaymaya da işaret ettiğini ortaya koyuyor.
Bu gelişmelerin ilk ve en ağır sonucu, Avrupa üzerinde oluşacak yeni bir yük dağılımı olacaktır. ABD'nin çekilmesiyle beraber Ukrayna’nın savunmasının sorumluluğu, Almanya, Fransa, Polonya gibi Avrupa'nın merkez ülkelerine kalacak. Bu ise hem ekonomik hem askeri kapasiteleri açısından Avrupa ülkelerini zorlayacaktır. Avrupa ülkeleri, bir yandan kamuoylarında giderek azalan savaş desteğini yönetmek zorunda kalacak, diğer yandan Rusya’nın jeopolitik hırslarına karşı sınırda bir tampon görevi üstleneceklerdir.
Ukrayna’nın NATO üyeliği ise hâlâ belirsizliğini koruyor. 2023 Vilnius Zirvesi’nde umut edilen netlik sağlanamadı. Ukrayna, üye olmadan bir NATO müttefiki gibi davranılıyor; ama beşinci madde koruması dışında tutuluyor. Bu gri bölge, Rusya’nın stratejik hesaplarını cesaretlendiren, NATO’nun ise caydırıcılığını gölgeleyen bir çıkmaza dönüşmüş durumda.
Süreç uzadıkça, zaman Moskova’nın lehine işlemeye başlıyor. Ukrayna’nın savaş yorgunu toplumu, Batı’dan gelen her gecikmeli destek kararında moral kaybı yaşıyor. Aynı zamanda Batı’nın politik birlik görüntüsü de zarar görüyor. Sonuç olarak, Ukrayna sadece bir cephe değil; NATO’nun kendi iç tutarlılığı, Batı'nın değerler bütünlüğü ve kolektif güvenlik kavramının sahadaki testi hâline geliyor.
Eğer Ukrayna kaybederse, sadece bir ülke değil, bir paradigma çökecek. Rusya’nın kazanımı, yalnızca toprak değil; aynı zamanda NATO’nun caydırıcılığına, Batı’nın kolektif ahlaki meşruiyetine ve küresel düzenin çok-kutupluluğa evrilmesine dönük radikal bir mesaj olacaktır.
Bu nedenle Ukrayna, sadece doğu sınırında bir savaş alanı değil; NATO’nun son mevzisi, Batı’nın siyasi geleceğini belirleyecek stratejik eşiğidir. Destek azalırsa, kaybedilecek olan yalnızca Kiev değil, Brüksel, Berlin ve belki de Washington’un stratejik güvenlik doktrinleri olacaktır.
Özerklik girişimleri ile karmaşa arasında bir Avrupa
Fransa, Almanya ve Polonya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, NATO’ya alternatif ya da tamamlayıcı bölgesel güvenlik yapıları oluşturma yolunda adımlar atıyor. Avrupa Savunma Fonu, PESCO ve Ortak İstihbarat Girişimleri bu çabanın parçaları. Ancak üye ülkeler arasında stratejik kültür farklılıkları, askeri kapasite dengesizlikleri ve siyasi irade eksiklikleri bu girişimlerin önünü tıkıyor. Trump faktörü ise bu çabaları hızlandırsa da, birleştirici değil; daha çok bölücü bir etki yaratıyor.
Türkiye: Stratejik ağırlık mı, çifte baskı mı?
Türkiye’nin NATO içindeki konumu, Karadeniz güvenliği, enerji hatları ve Orta Doğu’daki pozisyonu açısından hâlâ hayati önemde. Ancak Ankara'nın Batı ile yaşadığı gerilimler, S-400 meselesi, İsveç'in NATO üyeliği sürecindeki tavrı ve son dönemde Rusya ile dengeli ilişkileri, Türkiye’yi Batı için hem vazgeçilmez hem sorunlu bir ortak konumuna sokuyor. NATO açısından Türkiye’nin çıkarları ile kurumsal değerler arasında denge kurmak, her geçen gün daha zor hâle geliyor.
Türkiye için NATO hâlâ bir güvenlik şemsiyesi. Ama artık sadece güvenlik değil; siyaset ve diplomasi üzerinden de sınanan bir üyelikten söz ediyoruz.
NATO’nun önündeki üç senaryo
1. Yeniden Yapılanmış NATO: Avrupa ve ABD arasında yeniden güven inşa edilir. NATO, dijital tehditler, iklim değişikliği, siber savaş gibi yeni tehditlere karşı kolektif strateji geliştirerek güçlenir.
2. Bölünmüş NATO: ABD ve Avrupa ayrı güvenlik politikalarına yönelir. NATO teknik olarak sürer, ama stratejik olarak parçalanır.
3. Dağılan NATO: Trump’ın politikaları NATO’nun çöküşünü tetikler. Yerine daha gevşek, bölgesel güvenlik iş birlikleri kurulur. Avrupa kendi nükleer caydırıcılığını inşa etmeye çalışır.
Sonuç olarak NATO’nun kaderi, artık sadece Moskova’ya değil, Washington’a da bağlı. Bu nedenle 76. yılı, yalnızca kutlanacak bir tarih değil; yeniden düşünülmesi gereken bir dönüm noktasıdır.