
Gizli bir tanığın sokak notları

Bu yazıya tıklayan herkese selamlar. Malumunuz, siyasal gündem hepimizi çileden çıkardı. Saray hükümeti hepimizi paranoyak etti, sinirlendi, üzdü ve canımızı yaktı. Netice itibariyle bu yazıyı yazmaya çalışan bendeniz, son gelişmelerden sonra “genç” kimliğimle hislerimi sizlere arı, filtresiz ve samimi cümlelerle paylaşmak isterdim. Amma velakin saray hükümetinin çılgınlığını biliyorsunuz, bu hislerin beni yarın hangi mahpusa götüreceğini öngöremiyorum. Bu ülkede kimseye güvenemez, kimseye inanamaz, kimseye umutlanamaz olduk. Bu ülkenin reayası hep yarını düşünmeden yaşardı, artık bugünü de düşünemez oldu. Hepimize mukavemet dilemekten başka bir şey diyemiyorum.
Her neyse, yine de bir şeyler söylemek bir şeyler konuşmak bir şeyler yazmak gerekiyor. “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır” demişti bu devletin kurucu lideri. Sarayın ve düvel-i muazzamanın baskısına başkaldırarak kurulmuş bu cumhuriyet, saray hükümetinin baskılarıyla karanlığa boğulmayacaktır elbet.
Gözaltına alınan ve hukuksuzca tutuklanan sıra arkadaşlarım; bir haftadır sokaklarda ülkesine, cumhuriyetine, demokrasisine sahip çıkıyor. Ancak son tutuklamaları gördüyseniz malumunuz, emniyet güçlerine normlar hiyerarşisini anlatarak bir sonuç alamayacağımız ortada. Bu nedenle başıma bela açmadan sanırım şunu söyleyebilirim, sıra arkadaşlarımın haklı direnişini çok yakından gözlemleme fırsatı buldum, anlarsınız. Hatta dilerseniz şöyle yapalım, protestolara katılmış gizli bir tanıktan sokaktaki gençlerin ruhunu çözümleyelim. Bu gizli tanıdığın ismi de… “Panco” olsun.
Öncelikle Panco’ya soralım, ne zamandan beri sokaktasın?
“Olayların başladığı haftanın cumasından bu yazının yazıldığı çarşamba sabahına kadar, İstanbul’da gerçekleşmiş çoğu eyleme katıldım. Saraçhane’deki mitinglere katıldım, Galata Köprüsü’ndeki oturma eyleminde bulundum, Şişli’deki korteje katıldım. Sıra arkadaşlarımın nefes almaya çalıştığı her yerde ve ortamda bulundum, bulunmaya da devam ediyorum.”
Peki değerli Panco, bu protestocular kim? Kimi temsil ediyorlar?
“Bu protestocular spesifik bir sosyal gruba veya partiye mensup değil. İçerisinde ciddi bir mozaik var. Tarihsel kalıplarla anlatmak gerekirse:
Protestocuların bir kısmı, Bolu Beyinin zorbalığına karşı ayaklanan Köroğlu’nun mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, Kuleli Vakası’nda ismi geçen Fedailer Cemiyetinin mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, vatanın elden gidişine sessiz kalmayan Yeni Osmanlıların mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, memleketin kurtuluşuna yurt içinde ve dışında çareler arayan Jön Türklerin mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” sloganıyla padişaha karşı Makedonya’da dağa çıkan Hürriyet Kahramanlarının mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, işgale karşı sokaklarda ayaklanan, devleti ve cumhuriyeti sokakları örgütleyerek kuran Milli Mücadelenin mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, tahkikatın zorbalığını sıra arkadaşlarıyla protesto ederken polis kurşunuyla öldürülen Turan Emeksiz’in mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, tüm dünyadaki ve Türkiye’deki eşitsizliklere karşı sesini yükselten 68 kuşağının mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, Gezi Parkı protestoları sırasında Eskişehir’in sokak aralarında caniler tarafından hayatı elinden alınan Ali İsmail Korkmaz’ın ve polisin kontrolsüzce attığı göz yaşartıcı kapsüllerinden birisinin başına isabet etmesi sonucu hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın mirasçısı.
Protestocuların bir kısmı, Türkiye’de erkek şiddetiyle hayatı ellerinden alınmış binlerce kadının mirasçısı.
Ve son olarak protestocular; Türkiye’de ve tüm dünyada güçlünün zorbalığına karşı var olmaya çalışan; memleketinin yarınları için dertlenen ve hüzünlenen; bu mozaik toplumda insanca ve onurluca yaşayabilmeye çalışan; bu topraklarda filizlenmiş bütün muhalif siyasi hareketlenmelerin sonsuz ve ölümsüz mirasçıları.”
Peki Panco, ne olacak bu işin sonu?
“Bilmiyorum, bilmiyoruz, bilemiyoruz. Tek bildiğimiz; daha huzurlu, daha adil, daha demokratik, daha insancıl, daha mutlu ve daha müreffeh bir Türkiye’nin mümkün olduğu.”
Panco, bu protestoculara polis nasıl davranıyor?
“Aslında oldukça karışık. Protestocular arasından polisi kışkırtacak söylemlerde bulunanlar çıkıyor. Ancak sürecin bizzat şahidi olarak bu provokasyonlara karşı protestocular, kararlı bir tavır ortaya koyuyor. İlgili provokatörler protestocular tarafından hızlıca tespit edilip uyarılıyor, yapılan provokasyona devam edilmesi durumunda ilgili şahıslar gerekirse zorla alandan uzaklaştırılıyor.
Polislerin müdahalesi çoğu zaman ölçüsüz ve sınır tanımadan gerçekleşiyor. Özellikle Saraçhane’de miting sonrası gerçekleşen müdahalelerin iyi niyetli olduğunu söylemek pek mümkün değil. Ama bazı polis ağabeylerin hakkını teslim etmek istiyorum. Bizzat şahit olduğum bir hadiseyi izah edeyim. Kalabalığın arasında fenalaşan bir arkadaşımı kalabalığın dışına çıkarmak için bir polisten barikatı açmasını istediğimde kendisi çok nazik bir tavırla bize yardımcı oldu. Arkadaşımızı kendine getirdikten sonra yürüyüş alanına geri dönmemize de “diğer polislerin görmemesi” şartıyla izin verdi. Alandaki bütün polisleri topyekûn bir nefret objesi haline getirmenin doğru olmadığına inanıyorum.”
O zaman Panco, sence bu protestoların nedeni ne?
“Oldukça zor ve karmaşık bir soru. Şimdiden gelecek kuşakların tarihçilerine sabır diliyorum.
Protestolar Cumhuriyet Halk Partisi’ne veya Ekrem İmamoğlu’na uygulanan hukuksuzluktan çok daha kökleşmiş sorunlara tutunuyor. Ekonomik krizin getirmiş olduğu yaşam pahalılığını bahane etmenin de yeterli olduğuna inanmıyorum.
Bazı iktidar aparatları ve saray hükümetinin üst düzey bürokratları, sürekli “Yeni Türkiye” kavramını kullanıyor. Bugünkü siyasi bağlamı düşündüğümüzde bu kavram bir karşı devrimi simgelediği gibi, mevcut baskıcı rejimin kurumsallaşma amacının bulunduğunu bizlere gösteriyor.
Ancak bana sorarsan, bu “Yeni Türkiye” ölü doğdu. Çünkü bu Yeni Türkiye’nin mevcut kaynaklarını doğru bir planlamayla dağıtabilecek bir potansiyele sahip olmadığı gibi, ülkenin bütün birikimini vasıfsız bir azınlığa emanet ediyor. Bu da devlet içerisinde yeni bir kriz doğuruyor, temsiliyet krizi.
Türkiye’ye artı değer üreten ve üretebilecek, kabiliyetli, bilgili, onurlu ve başarılı insanlar 2025’in siyasal gerçekliğinde saray hükümetinin tam karşısında konumlanıyor. Ayrıca kurumsallaşmaya çalışan yeni saray hükümetinin en büyük dezavantajı, eski çoğunluğunu kaybetmesi.
31 Mart seçimlerinde belediye meclisinde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy vermiş vatandaşların tam bir milyon fazlası; geçtiğimiz pazar günü Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerinin son dakika kararını verdiği dayanışma sandığına, fişlenme korkusunun duvarlarını yıkarak, zorunlu olmadığı halde oy attı. Bununla beraber son süreçte saray hükümetinin çok maharetli olduğu siyasi gündem oluşturabilme gücünü de tamamen yitirdiğini gördük.
Muhalefetin akıllıca davranmadığı, halkın önünden bir adım önde hareket etmeyi başaramadığı ve sokaktaki insanları doğru bir politik istikamete örgütleyemediği senaryoda saray hükümeti, kendisine yeni ve daha güçlü bir siyasi alan inşa edebilir. Ancak Erdoğan’ın Özgür Özel için kullandığı “freni patlamış kamyon” metaforu açıkçası kendisi için de kullanılabilir. Zira düşen popülaritesi ve yıpranmış karizmasının endişesiyle uluslararası siyasi gelişmelerden güç alarak ülkedeki muhalefeti kendi tekeline alma çabası -bugün itibariyle- başarısız olduğu gibi; kontrolsüzce el arttırarak Rubicon’u geçme girişimleri bir noktada duvara toslanmasıyla sonuçlanabilir.
Velhasıl, Türkiye bir dönüm noktasından geçiyor. Bir ihtimal, son olaylardan sonra saray hükümeti, kurmuş olduğu rejimin aslında ne kadar temelsiz olduğunu tespit eder ve muhalefet, halktan aldığı ivmeyi sürdüremezse Türkiye karanlık bir geleceğe doğru savrulmaya devam edebilir. Bir ihtimalde ise muhalefet halktan aldığı bu ivmeyi akıllıca kullanırsa Erdoğan’ın görkemli saltanatının hazin sonunu başlatabilir.”
Panco’nun sokak notlarından sonra dilerseniz sazı ben ele alayım.
Bu toplumun huzura ve sevgiye; bu devletin de çok yönlü politikalara ihtiyacı var. Bu coğrafyada hayatta kalabilmek, yaşayabilmek, var olabilmek için herkesin demokrasiye ve hukuka ihtiyacı var.
Türkiye bir Rusya değil, Türkiye bir Mısır değil. 1912’de yaşamıyoruz. 1890’da da yaşamıyoruz.
2025’te Türkiye’de yaşıyoruz. Bu ülkenin tarihsel mirasları ve coğrafi zorunlulukları var.
Bu ülke içerisinden çok otokratik lider çıkarttı. Sistemin tıkandığını noktada da hepsini dehledi.
Şunu iyice kavramamız lazım. Sokaktaki insanlar devlete zarar vermeye çalışmıyor. Sokaktaki insanlar vatana ihanet etmiyor. Sokaktaki insanlar, sözde bir “vesayetin” bugünkü temsilcileri değil. Sokaktaki insanlar marjinal de değil, bilakis bugüne kadar sessiz kalmış bir çoğunluk.
Sokaktaki insanlar, iktidara oy vermiş güzel insanların karşıt fikirli vatansever çocukları.
Peki sokaktaki insanlar ne istiyor?
Sokaktaki insanlar demokrasi istiyor.
Sokaktaki insanlar hukukun güvencesini istiyor
Sokaktaki insanlar hoşgörü istiyor.
Sokaktaki insanlar geleceği düşlemek istiyor.
Sokaktaki insanlar devletine sahip çıkmak istiyor.
Sokaktaki insanlar devletinin kendisini görmesini istiyor.
Sokaktaki insanlar erdemli yöneticiler istiyor.
Sokaktaki insanlar nefes alabilmek istiyor.
Ve son olarak sokaktaki insanlar var olabilmek istiyor.