İstanbul
Parçalı bulutlu
6°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
36,2966 %0
38,2414 %0.87
98.515,28 %2.296
3.426,37 0,01
Ara

Adaylık sorunsalı

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Döndük, dolandık, çok az da oyalandık ve yıllardır muhalefetin gündeminden asla ama asla düşmeyen o kadim sorunun kapısına yeniden geldik; aday kim olmalı?

Hakkaniyetli olmak gerekirse batıdan doğuya, bütün kusurlu ve kusursuz demokrasilerde bu soru halk, medya ve siyasi elitler tarafından tartışılır. Tartışılması da gereklidir işin doğrusu. Ancak bizim ağır aksak çalışan “otoriter rekabetçi” sistemimizde bu sorunun tartışılma şekli doğrusu biraz rahatsız edici. Zira sıradan bir seçmen olarak ilgili tartışmaları muhtemel adayların basın açıklamalarındaki kelime oyunlarından yeni anlamlar doğurmaya uğraşarak veya nereden peydah olduğu belli olmayan kulis haberlerinin bugünün siyasi gerçekliğine ne kadar uyduğunu sorgulayarak kavramaya çalışıyorum. Sanıyorum çoğumuz için de süreç böyle işliyor.

Türkiye’de seçmenler için siyaset; siyasi çevrelerin liderleri için oluşturduğu kültler etrafında şekilleniyor. Bu kültlere çeşitli anlamlar, argümanlar ve söylemler yüklenerek yeni idealler, umutlar veya motivasyonlar oluşturulmaya çalışılıyor. Açıkçası buna benzer kültlere oturmuş demokrasilerde de rastlamak mümkün olsa da Türkiye’de bu durum neredeyse sadece kişilere ve liderlere endeksli biçemde ilerliyor. Hal böyle olunca da muhtemel adayları tartışmadan siyasi süreçleri yorumlamak ne anlamlı oluyor ne de gerçekçi.

Doğruyu söylemek gerekirse Türkiye’deki adaylık tartışmalarından pek keyif almıyorum. İlgili adayları hayali senaryolarla birbirleriyle yarıştırmak ve kıyaslamak, sözde eğlenceli bir aktivite gibi görünse de ülkede yaşanan siyasi değişime ve dönüşüme dair yapılması gereken analizleri bayağılaştırdığına inanıyorum. Yanlış anlaşılmasın, ülkeyi yönetmeye talip olanlar elbette adaylıklarını kararlılıkla savunacak ve ilan edecek ancak bu süreç, sadece ilgili adayın liderlik kültü üzerinden yürüyen bir anlatıyla pekiştirilmeye çalışılınca sanki siyaset, seçmenlerin taraftar olduğu bir futbol maçına benziyor.

Bugüne geri dönersek, muhalif kamuoyunun hiçbir zaman bırakmadığı ve muhtemelen iktidar olana kadar bırakamayacağı bir tartışma yeniden alevlendi. Beklenileceği üzere Özgür Özel’in “iki forveti” Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş arasında adaylık tartışmaları ağırlık kazanıyor. İki ismi de destekleyen biri olarak bu tartışmaların gidebileceği muhtemel doğrultulardan biraz endişeliyim.

Cumhuriyet Halk Partisi’ni temsil edecek adayın partililer tarafından seçilmesi gerektiği argümanını ilkesel olarak desteklemekle beraber, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu süreci nasıl yöneteceği konusunda da birtakım endişeler taşıyorum. Ön seçimin “nasıl” işletileceği yönünde hala daha doyurucu bir açıklamanın yapılmamış olması, kamuoyunda ön seçimin gerçekleşeceği iddia edilen tarihin muhtemel adaylara yeterince hazırlanma süresi vermiyor oluşu, parti örgütünün bu konuda yeterli bir tecrübesinin olmaması, ilgili seçime bütün tarafların katılmama ihtimali, örgütün içerisindeki parçalı yapının kırılmalara neden olabilme tehlikesi ve olası ön seçimin diğer muhalif partiler tarafından kabul görmeme ihtimali kafamın içerisinde tilki sürüsü formuyla dolaşıyor.

Anlayacağınız üzere bu konudaki temel endişem, genellikle partideki birliği sağlama gayesiyle uygulanan ön seçim yönteminin güçlü bir altyapı oluşturulmadan uygulanması durumunda parti içerisindeki hizipleşmeleri alevlendirebileceği. Ancak endişelerime ve kuruntularıma rağmen, ön seçim kararını ilkesel olarak destekliyor ve olumlu olumsuz; bu tecrübeden çıkarılacak geri bildirimlerle bu yöntemin kalıcılaşmasını umuyorum. Bir yerden başlamak lazım ne de olsa.

Ön seçim tartışmalarından muhtemel adaylara geri dönelim. Adaylık konusundaki güçlü isimlerin konjonktürel durumuna ve güncel siyasi tavırlarına baktıkça şu fikri iyice içselleştiriyorum; dünyanın en haklı insanları şüphesiz siyasetçiler. Kendi çevreleri, idealleri, ideolojileri, politikaları ve çıkarları doğrultusunda yaşanan süreçleri, ilgili aktörlerin merceğinden değerlendirdiğimizde genellikle bütün siyasetçiler, argümanlarında az ya da çok doğru ya da yanlış haklı. Zaten eğer bu haklılıkları olmasaydı ellerindeki siyasi nüfuz alanı hiçlikle yüzleşerek ortadan kaybolurdu. Bu düşüncelerden yola çıkarak bugünü tekrar değerlendirdiğimde, Cumhuriyet Halk Partisi içerisindeki bütün siyasi aktörleri adaylık tartışmalarında kendilerince haklı buluyorum.

İktidarın yargı sistemini araçsallaştırarak Ekrem İmamoğlu’nu çevrelemeye çalıştığını iddia etmemek için açıkçası fazla iyi niyetli olmak gerekiyor. Kendisine yakın birçok belediye başkanı, siyasi ve kamu görevlisi ikna edicilikten uzak gerekçelerle soruşturuluyor, sorgulanıyor, gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Açıktan savaşın ilan edildiği bir ortamda sonraki seçimlerde cumhurbaşkanı adayı olma gayesi taşıyan siyasi bir liderin adaylığını bir an evvel meşru bir zeminde duyurmaya çalışmasını doğrusu oldukça anlaşılabilir buluyorum.

Erdoğan’ın seçim sonrasında ciddi yetkilerle görevlendirdiği Mehmet Şimşek yönetiminin, iktidarın keyfi iktisadi politikalarının acısını vatandaştan çıkardığı ve görünürde ilan edilmiş bir seçim takviminin olmadığı bir ortamda; cumhurbaşkanı adayı olma gayesi taşıyan bir liderin de adaylık tartışmalarını öncelemek istememesini de aynı şekilde, oldukça anlaşılabilir buluyorum.

Bugünün siyasi gerçekliğine tekrardan geri dönersek, fikrimce “iki forvetin” çatışan ve çatışacak çıkarlarının muhtemel hasarlarını asgariye indirmek için toplumsal muhalefetin şu iki hayati erdemi içselleştirmesi gerekiyor; tahammül ve iletişim.

2023 seçimlerinde adaylık tartışmalarının hem adaya hem de muhtemel adaylara çok ciddi zararlar verdiğini düşünen birisi olarak muhalefetin, nemesisin kim olduğunu asla unutmaması gerektiğine inanıyorum. Kendi iktidarının çıkarlarından başka kimseye tahammülü olmayan bu “tahammülsüzler iktidarına” karşı ancak birbirimize tahammül ederek başarılı olabiliriz.

Korkarım ki muhalif seçmenler olarak oy pusulasıyla yüzleşirken adayı seçme lüksümüzü yaklaşık on beş sene kadar önce kaybettik. Bu kaybın bilincinde olarak kendi içimizdeki bütün farklı düşünceleri, argümanları, politikaları, inançları ve umutları tahammül potasında eriterek birleştirmeli ve günün sonunda karşımızdaki tahammülsüzler iktidarına karşı yekpare bir tavır alabilmeliyiz.

Bütün bu filtresiz düşünceleri toparlamak gerekirse; gelecekte oluşacak siyasi süreci başarıya ulaştırabilmek için Özgür Özel’in iki forvete benzettiği Mansur Yavaş’ın ve Ekrem İmamoğlu’nun birlikte muhalif kitleleri müşterek bir hedefe kanalize ettiği bir denkleme mecburuz. Aksi takdirde, kendi tabanına bile yeni bir umut verebilmekten aciz bir iktidara tehlikeli bir avantaj kazandırmış olacağız. 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *