Sivil darbe

Türkiye’de çok partili düzene geçildikten sonra, başarısız olanlar hariç tutulduğunda ordunun siyasete dört defa müdahalesi oldu. Bunların ikisinde, 27 Mayıs 1960’ta ve 12 Eylül 1980’de Meclis kapatıldı. 27 Mayıs’ta yine Demokrat Parti kapatılırken, 12 Eylül’de bütün partilerin faaliyetlerine son verildi.
İki darbenin de siyasi hayatımızda uzun yıllara yayılan büyük etkileri oldu. 27 Mayıs, Tahkikat Komisyonu vb. uygulamalarla gittikçe belirginleşen sivil darbe tehlikesine son vermek üzere gerçekleştirilen bir askeri darbe olarak uzun vadede ters tepti ve Demokrat Parti’nin devamı olan partilerin iktidara gelmelerine yol açtı.
12 Eylül’ün etkisi çok daha büyüktü. Toplumu susturmak ve apolitikleştirmek adına önü açılan siyasal İslam, doksanların ortasında bir yıl süren Refahyol iktidarı hariç tutulursa, yirmi yılı aşkın süre sonra güçlü bir biçimde iktidara getirildi ve demokrasinin kalıcı olarak yok edilmesine zemin hazırlandı.
Diğer iki askeri müdahale ise farklı şartlarda gelişti. 12 Mart 1971’de ve 28 Şubat 1997’de Meclis açık kaldı. Ancak etkileri ve sonuçları bakımından bu müdahalelerin de diğer ikisinden pek bir farkı yoktu. 12 Mart, sol hareketlerle yeterince mücadele edemediğini düşündüğü Demirel’i indirerek solu silindir gibi ezmeye çalıştı ve belli oranda da başarılı oldu. 1961 Anayasanın getirdiği özgürlükler daraltıldı, rejim karşıtı olarak görülen partiler siyasi fikirleri ayırt edilmeksizin kapatıldı.
28 Şubat’ın yol açtığı en önemli sonuç AKP iktidarıydı. Yüzde 21’lik Refah Partisi’nin, DYP ile kurduğu koalisyonla rejimi yıkacağını düşünen ordu, sadece beş yıl sonra Refah’ın devamı olarak görülen AKP’nin tek başına iktidara gelmesine sebep oldu. Kapatılan partiler ve tutuklanan siyasiler, rejimi korumak bir yana sadece ve sadece Erdoğan’ın ve hareketinin büyümesini sağladı.
Son bir haftada yaşanan gelişmelere bakıldığında, iktidar tarafından atılan bütün adımların daha önceki askeri müdahalelerde görülenlerden hiçbir farkının olmadığı ortadadır. Meclis açıktır ancak cumhurbaşkanlığının en güçlü adayının diploması elinden alınmış ve halkın iradesine darbe vurulmuştur. Yine aynı adayın, yani Ekrem İmamoğlu’nun, onun yanı sıra Ümit Özdağ’ın, Selahattin Demirtaş’ın, onlarca gazetecinin, yüzlerce öğrencinin tutuklu olmaları, polisin gençlere yönelik orantısız şiddeti ve ana muhalefet partisi CHP’ye yönelik kayyım tehdidi askeri darbe dönemlerinde yaşanan uygulamalardan farksızdır.
Bunun yanında yaşadığımız süreç, uzun yıllardan bu yana yapılan uyarılara rağmen demokrasiyi kesintiye uğratan müdahalelerin sadece ordu eliyle yapılmayabileceğini anlamayan birtakım sözde siyaset uzmanlarına acı gerçekleri gösteren bir ders niteliğindedir.