Direniş sürüyor

İsviçreli yazar Max Frisch, 1968 baharında Avrupa üniversitelerinde başlayan ve hemen ardından sokaklara yayılan, Türkiye’de de uzun yıllara yayılan ciddi etkiler gösteren öğrenci protestolarının ülkesinin başkentine olan yansımalarını günü gününe not alır.
Notlara göre İsviçre devleti, Zürih’teki gösterileri bütün baskı aygıtlarıyla engellemeye çalışır. Polisin göstericilere karşı tutumu çok serttir. Gözaltına alınanlar ciddi işkencelerle karşı karşıya kalırlar. Devlet görevlilerinin göstericilere karşı uygulanan şiddetten aldıkları keyif zaman zaman açıklamalarına yansır.
“Doktorlar, ilgilenmeleri gereken çok sayıda yaralanmanın ‘kalabalığın kargaşasında meydana gelmiş olamayacağını’ teyit ediyor; ancak ‘sistematik dayak’ sonucu ortaya çıkmış olabilirler. Cinayet masası şefi Dr. Hubatka görgü tanıklarının ifadelerine rağmen göstericilere karşı şiddet kullanıldığı sırada kayıtsızca orada durduğunu kabul etmiyor.” (Günlükler 1966-1971, s.148)
Baskı aygıtlarının yanı sıra devlet, ideolojik aygıtlarıyla da protestoları püskürtmeye çalışır. Gazeteler büyük bir ekseriyetle hükumetin yanında durarak öğrencilere karşı çıkarlar ve ülkeye büyük zarar verdiklerini savunurlar. Bu gazetelerden biri olan Neue Zürcher Zeitung’un attığı manşetlerden bazıları şöyledir:
“Zürih sokaklarında ayaktakımının iktidarı – Tutuklulara karşı koyun – Gençler ve onların arkasına saklananlar – Dış mihraklar – Yanlış yola sapmış gençlik – Gösteri yasağını olumlu bir etkisi.” (s.149)
Yukarıdaki bütün örneklerin Türkiye’de Gezi direnişi sürecinde adeta birebir yaşanması hiç de şaşırtıcı değildir. İktidara yakın gazetelerin yaptıkları haberlerin içeriği Neue Zürcher Zeitung’un manşetlerinden farksız olduğu gibi, Erdoğan’ın “Emri ben verdim” dediği polislerin göstericilere karşı tutumunda da hiçbir ayırt edici yön yoktur. Dünyanın her yerinde egemen güçlerin tutumu, demokratik bir protesto şeklinde gelişse bile iktidarlarının tehdit altında olduğunu düşündüklerinde aynıdır.
Görüldüğü gibi doğal bir biçimde birçok ortak yönü bulunan bu iki olay arasında bir de önemli farklılık vardır. O da Türkiye’deki iktidarın, Gezi direnişinin intikamını almak isteyerek ve bu yolla hukuku her zamanki gibi kendi amaçlarına alet ederek yıllar sonra açtırdığı davadır.
Öldürülen, gözlerini kaybeden, yaralanan, işkence gören gençler iktidara yetmemiş olacak ki, bu davayla direnişe destek veren bazı isimler çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Milletvekili seçilen Can Atalay’ın vekilliği seçmenin iradesi yok sayılarak ve Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararına rağmen düşürüldü.
Bugün bu dava sebebiyle birçok kişi haksız yere cezaevindedir. Bu da bize 2013’ün Mayıs ayında başlayan direnişin bir yerlerde halen devam ettiğini göstermektedir. Hukukun adeta zorlanarak böyle bir dava yaratılması ve bunun üzerinden intikam alma yoluna gidilmesi, bu iktidar döneminde demokrasimizin nasıl tahrip edildiğine dair sayısız örnekten yalnızca biridir fakat belki de en önemlisidir.