Ekonomik sorunun temeli

Hüseyin Mertoğlu, ekonomik alanda Türkiye için oldukça zorlu geçen yetmişli yılların sonunda, Sosyalist İktidar dergisinin Aralık 1979 tarihli üçüncü sayısında, “70’lerin bunalımından bunalımlı 80’lere doğru” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Yazısında dönemin mevcut zorluklarının temelini 1946 devalüasyonuna bağlayan Hüseyin Mertoğlu, seksenli yılların da tıpkı yetmişlerde olduğu gibi sıkıntılı geçeceğini öngörüyordu.
Mertoğlu’na göre 1946 devalüasyonu Batı ekonomisine entegre olmak için yapılmış ve böylelikle bu sisteme dahil olunmuştu. Sistemde Türkiye’nin rolü, dış kaynaklarla büyümekten ibaretti.
“… tarımın yarattığı gelir seviyesine bağlı olarak oluşan döviz gelirinin, sanayi girdisi için kullanılması şeklinde belirginleşmektedir. Sanayinin girdi ve yatırım gereksiniminin giderek artması karşısında ise döviz girdileri yetersiz kalmakta ve bu yetersizliğin aşılabilmesi için dış kaynak gereksiniminin sağlanmasında dış borçlanma tek kaynak haline gelmektedir.” (Sayfa 67)
İşte bu şartlar sebebiyle Türkiye, 1958 ve 1970’te de devalüasyona gitmekten kurtulamamıştı. Özellikle 1975 sonrasında sorunlar yine alabildiğine artmıştı. Türkiye kapitalizmi, dış kaynak bulma zorluğunun yanı sıra artık iç finansman bulmakta da sıkıntı çekiyordu. Dış kaynak gereksinimi sebebiyle arz olanaklarının daralması ve iç finansmanın Merkez Bankası tarafından karşılanması Türkiye’nin tarihindeki en yüksek enflasyonla tanışmasına sebep olmuştu.
Yazarın belirttiğine göre, bu şartlar içerisinde pazar ekonomisi koşullarının ülkede tamamen hâkim kılınması Batı’nın Türkiye’ye yaptığı ana öneriydi. Nitekim 24 Ocak 1980’de alınan kararlar bunun yolunu açtı ve Mertoğlu’nun yazdıkları doğrulanmış oldu.
1980 sonrası Türkiye pazar ekonomisine geçti ancak bu geçiş sorunları çözmek yerine daha da arttırdı ve adeta kronik duruma getirdi. Cumhuriyet tarihinin en büyük üç ekonomik bunalımı bu süreçte yaşandı. Bu durum ekonomideki asıl kurtuluş reçetesinin pazar ekonomisine geçmekten ziyade üretim ekonomisine geçmek olduğunu da kanıtladı.
Bugün yetmişli yılların bunalımlı günlerinden pek de farklı bir durumda olmadığımızı görmek için Erdoğan gibi ekonomist olmamıza gerek yoktur. İktidara gelmesinden bu yana sıcak parayla ekonomi çarkını döndürmeye alışmış olan AKP’nin, sıcak para çekildikten ve hukuk sistemindeki güvenilirlik ortadan kalktıktan sonra ne yapacağını bilemeyerek işleri eline yüzüne bulaştırması, ne yazık ki Erdoğan’ın ekonomistliği konusunda kuşku uyandırmaktadır.
Ekonomist olmakla övünen cumhurbaşkanı ancak üretim ekonomisine geçerek sorunların üstesinden gelebileceğini görememekte ya da görmek işine gelmemektedir. 1946’da, 1958’de, 1970’te, 1980’de, 1994’te ve 2001’de yaşananlar bugün çok daha uzun bir zamana yayılarak tekrarlanırken, öncekilerde olduğu gibi sorunun temeline inecek cesaretin gösterilemediği ve bundan sonra da gösterilemeyeceği açıktır.