Bitti iki bin yirmi dört, bitmedi ne yazık ki dert!
Eski ediplerimizin, özellikle de Ⅱ. Meşrutiyet sonrasında edebiyat arenasına girenlerinin Türkçeleri nefisti… Kanaatimce bu ediplerden ikisi Türkçe nesrin zirvesini paylaşır: Yusuf Ziya Ortaç ve Falih Rıfkı Atay… Tabii mevzubahis sıralamam deneme ve fıkra için geçerlidir… Yoksa ne Reşat Nuri Güntekin’i es geçmek mümkündür; ne de Refik Halid Karay’ı, Nurettin Artam’ı, Abdülhak Şinasi Hisar’ı, Mithat Cemal Kuntay’ı…
İyi Türkçenin sadece nesircileridir yukarıdaki isimler; dikkat ediniz şairleri zikretmemişimdir aralarında… Türkçeyi vezin ve kafiye ile şiir kucağında besleyip büyüten Yahya Kemal Beyatlı, Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel, Munis Faik Ozansoy isimleri sayılmadan Türkçe bahsi geçilemez çünkü… O zamanın iyi Türkçeyle yazan hatta konuşan ediplerinin listesi şimdiki gibi bomboş bir beyaz kâğıttan mürekkep değildir!
İşte iyi Türkçenin bu “altın kalem”lerinden biri de Selâmi İzzet Sedes’ti… Selâmi İzzet Bey’in “Yeni Yıla Girerken” başlıklı bir yazısı vardır. Bu yazının şu ilk paragrafı adeta mizah ile Türkçenin ahenkli bir raksedişidir:
Bizim nesil aşçıbaşı, eslükbaşı, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı bilir; amelebaşı, işbaşı, kuşbaşı bilir; dedelerimiz: “Bir baş ol da istersen soğanbaşı ol..” diye öğüt verdiklerinden soğanbaşı: “Sakın koparma!..” dediklerinden çıbanbaşı, olmayı şiddetle reddettiklerinden eşekbaşı bilir; çiftlikte subaşı, Sulukule’de çeribaşı bilir, köprübaşı, çeşmebaşı, merdivenbaşı, bu arada asesbaşı, cellatbaşı bilir; ucu paraya dokunduğundan aybaşı bilir ama yılbaşı bilmezdi. Yılbaşını sonradan öğrendik.
Şimdi yılbaşını gördük; peşinden AKP’nin, MHP-BBP-HÜDAPAR destekli Cumhur İttifakı’nın yasaklamak isteyişini de… Baltalarla, süslenen çam ağaçlarından öcünü almaya çalışanların gözlerine bakanların görecekleri irticaın kör karanlığıdır!
Böyle karanlık gözlerin bakışlarında geçti 2024… Güzel haberler de aldık lâkin daha çok kötü haberlerin deryasına daldık… Yüzme bilmediğimizden de hâliyle boğulduk!
Evvelce senelerin uğrunu tek sayıyla ya da çift sayıyla bitmeleriyle bağdaştırırdım… 2017’de babaannem vefat etmişti; o yıl uğursuzdu… 2016’da artık bana zül gelen okuldan mezun olmuştum; o sene uğurluydu… 2023’te de bu kanaatim sürdü; Baba-yarım Safa Önal’ı yitirdiğim o sene şüphesiz meşumdu… Fakat kanaatim bu sene değişti! Anladım ki senelerin uğurlu ya da uğursuz olmaları ile son rakamlarının tek veya çift olması arasında bir bağlantı yokmuş!
Çok sevdiğim büyükbabamı, 2024 Kasımının dördüncü gününde meçhule uğurladım… İlk sahici arkadaşımdı büyükbabam; ilk defa onunla gezmeye çıktım, dışarıda yemek yedim, bakkaldan abur-cubur aldım… İlk defa onunla muhabbet ettim, dertleştim, iç döktüm…
Çocukken bana “Erdem Usta” diye hitap ederdi… Bir de tekerlemesi vardı:
Ne haber Erdem Usta,
Ne dersin bu hususta…
Diye… Kafiyeyi sayesinde sevdim… Bana böylece en yakın omuzdaşımı hediye etti diyebilirim…
Vefat ettikten sonra cep telefonunu verdiler… En son telefonda benimle konuşmuş! Esasında akşamüzeri arardım mutat şekilde onu… Ertesi gün kontrole gideceğinden gece aramıştım, iç dürtülerin öyle hareket ettirmişti… Sesi güzel geliyordu; zaten doktor odasında kalp krizi geçirdi ve gitti…
Ardından şu iki beyti sıralayabildim:
Uçtun canım dedem… Kafesin geldi dar sana,
Hâlâ kulaklarımda sesin, gel, konuşsana!
Mânâ nedense vermez, ölümden medet umuş,
Herhâlde çok zor olsa, bu dünyâya göz yumuş…
Gözyaşlarımla uğurladığım senenin sonunda iç siyaset ve dış siyaset karabasan gibi bitiyor üstümde… İki bin yirmi beşe karşı bir ümit beslememin önüne geçiyorlar… 2024’te sevineceğim hadiseler de yaşanmadı değil hani… Bana neşe veren yeni insanlar tanıdım - özellikle son aylarda tanıdığım sevgili Onur Sonku, sana buradan selam yolluyorum -. Sonra bu yılın sonunda ilk müstakil kitabım Keşke Beni De Taşlasa çıktı! Bir hiciv kitabı bu… İmza gününü yapmak da iki bin yirmi beşe kaldı… Sırf bu heyecan bile beni mutlu etmeli… Evet, ama önce şu iki bin yirmi dört bitmeli...
Yeni yılınızı kalbimin ellerini uzatarak tebrik ediyorum…