Eğitim, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti

Osmanlı İmparatorluğu’nun, 17. yüzyıldan itibaren gerileme ve çöküşünde en önemli nedenlerden biri olan eğitim sorununu çözmek için atılan tarihi adım, 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılmasıydı.
Askeri alandaki başarılar nedeniyle önceleri eğitimdeki sorunları önemsemeyen Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk üniversite ancak l. Abdülmecid döneminde, 1846 yılında Dârü’l - Fünûn adıyla açılmaya çalışıldığında, 1088 yılında İtalya’da Bologna Üniversitesi, 1150 yılında Sorbonne ile ilişkilendirilecek Paris Üniversitesi, 1167 yılına İngiltere’de Oxford Üniversitesi açılmıştı.
1450 yılında Gutenberg’in matbaayı bulmasından yüzyıllar sonra Osmanlı’da, matbaanın ilk kez 1727’de kurulmasına dikkat çekilir ama eğitimde Osmanlı’nın çok geride kalmasının, çöküşe gidişte etkisinden söz edilmez.
Osmanlı’nın, büyük askeri gücü nedeniyle, eğitim ve diğer alanlarda yenilikler yapmayı düşünmediği yüzyıllarda, Avrupa, büyük bir dönüşüm gerçekleştirdi. Avrupa, 15. yüzyıldan itibaren birçok alandaki değişim sonucu, 18. yüzyıldan itibaren bilim ve teknolojide büyük bir güç olarak ortaya çıktı.
Avrupa’da eğitim
19. yüzyıldaki sanayileşmeyle, Avrupa’nın üstünlüğünün eğitime ve bilgiye dayalı olduğunun fark edilmesi üzerine, yabancılar, Avrupa’daki yüksek öğrenim için başvurmaya başladı.
19. yüzyıl başlarında geri kalmış bir ülkeyken, Japonya’nın, modernleşerek gelişmiş ülkeler arasında katılmasında, Batıdaki gelişmeleri araştırmak amacıyla, 19. yüzyıl ortalarından sonra Amerika ve Avrupa’ya diplomatik misyonlar ve sonrasında, 1862 yılından başlayarak birçok öğrenci göndermesi etkili oldu. Japonya, 1872-1873 yılında, toplam eğitim bütçesinin yüzde 10.6’sını yurtdışı eğitim masraflarına ayırdı.
Osmanlı neden geri kaldığını araştırıyor
Osmanlı, askeri alanda, birbiri ardına gelen başarısızlıkları nedeniyle, geri kalmışlıkta eğitimin rolünü fark etti.
Osmanlılar, 16. yüzyıl sonlarına kadar dünyanın egemen gücüydü. Ancak bu yüzyıldan itibaren, Avrupa karşısında gerilemeye başladı. Bu gerilemenin devlet idarecileri tarafından kabul edilmesi ancak 1699 yılında imzalanan Karlofça, 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşmaları ile oldu. Bu antlaşmalar, Osmanlıların, Avrupa devletleri karşısında açık yenilgisi anlamına geliyordu.
18. yüzyıldan itibaren Osmanlı devlet adamlarındaki “üstünlük duygusu” yerini, “batının teknolojik üstünlüğünü fark ediş” ve “batılılaşma/modernleşme düşüncesi” almaya başladı.
Avrupa’ya ilk kez elçi gönderiliyor
İbrahim Müteferrika’nın 1731 yılında yazdığı ve padişah l. Mahmut’a sunduğu eserde, Avrupa devletlerinin güçlenmelerinin nedenleri araştırılarak, kalkınmak için Osmanlı Devleti’nin neleri öğrenmesi ve Avrupa’dan neleri alması gerektiği anlatılıyordu.
Eserde, Avrupa’da gelişen yeni savaş usulleri, ilmi ve teknik gelişmelerle ilgili bilgiler vardı. Batı ordularının Osmanlı askeri kuvvetlerinden üstün oldukları ve yeni bir askerlik sisteminin kurulması gerektiği ifade ediliyordu. 1773 yılında yerli ve yabancı hocaların olduğu mühendislik yüksek okulu Osmanlı’da Batı tarzında eğitim veren ilk modern okul oldu.
Askeri alandaki modernleşme çabalarına rağmen savaşlarda yenilgiler devam edince, subay yetiştirmek üzere Fransa ve İsviçre’den subay ve teknisyenler getirildi.
Ayrıca Avrupa başkentlerinde elçilikler kurulması kararlaştırılarak, ilk Osmanlı elçiliği 1793 yılında İngiltere’de, daha sonra Fransa, Avusturya ve Almanya başkentlerinde açıldı. Bu, Batıyı yakından tanıyan devlet adamlarının yetişmesine imkan sağladı.
Bunlara rağmen yeterli başarı sağlanamamasında, yükseköğretim niteliğindeki askeri okullara gereken maddi, teknik ve fikri desteğin verilmemesi kadar, bu yüksek okullara öğrenci hazırlayacak ilk ve orta dereceli okulların ancak 19. yüzyılda açılması etkili oldu.
Osmanlı Avrupa’ya öğrenci gönderiyor
ll. Mahmut döneminde 1830’da ilk kez eğitim amaçlı yurt dışına devlet tarafından öğrenci gönderilmeye başlandı. İlk etapta askeri eğitim için 4 öğrenci, masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere Paris’e gönderildi. Bu dönemde, Avrupa’ya gönderilen, 71’i Müslüman ve 18’i gayrimüslim olmak üzere 89 öğrencinin çoğu, askeri sınıflara mensup öğrencilerden ve mühendishanelerden seçildi.
19. yüzyılda ilk, orta ve lise seviyesindeki okulların sayısı artırıldı. Bu dönemde medreseler, şeyhülislamın yönetiminde devam ederken, yeni kurulan okullar Maarif Nezâreti’ne bağlandı. 1839-1879 yıllara arasında Fransa başta olmak üzere, Almanya, Avusturya, İngiltere, Belçika gibi Avrupa ülkelerine askerlik dışındaki alanlarda da 382 öğrenci gönderildi. Bu öğrenciler döndüklerinde sadrazamlık, nazırlık, büyükelçilik, komutanlık, valilik, çeşitli devlet şuralarında azalık, mühendislik, tıbbiye, harbiye ve açılan diğer modern okullarda hocalık yaptılar.
1830-1908 yılları arasında, Müslüman ve gayrimüslimlerden oluşan 906 kişi Fransa, Almanya, İngiltere, Avusturya ve diğer ülkelere; ll. Meşrutiyet döneminde 1909 yılında 71, 1910 yılında 91 ve 1913 yılında 30 öğrenci çeşitli alanlarda öğrenim görmek üzere yurt dışı eğitimine gönderildi. Bu öğrenciler döndükten sonra devletin çeşitli kademelerinde önemli görevlerde bulundular.
Cumhuriyet ilanından önce eğitime destek
Osmanlı’nın ilk üniversitesi Dârü’l – Fünûn için Ayasofya yakınlarındaki binanın tamamlanması yaklaşık yirmi yıl sürdüğünden, 13 Ocak 1863’te serbest konferanslar şeklinde öğrenime başladıktan sonra medrese çevrelerinin tepkileri yüzünden iki yıl sonra kapandı. Ancak 1900’de resmen açılabildiğinde cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı Devleti’nin tek üniversitesi olarak varlığını sürdürdü.
Cumhuriyet döneminde ise, 1933 yılında Dârü’l-Fünûn kapatılarak uluslararası standartlara sahip İstanbul Üniversitesi açıldı. Aynı dönemde Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsü ve 1935 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu.
1922 yılında Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği günlerde ise, Osmanlı idaresince yurt dışına gönderilen öğrencilerin öğrenimlerine engel olunmadı. TBMM hükümeti, oldukça kıt mali imkanlara rağmen öğrencilere gereken mali desteği vererek öğrenimlerini tamamlamalarını sağladı.
Osmanlı Devleti tarafından yurt dışına gönderilen veya kendi imkanlarıyla yurt dışına giden başarılı ancak maddi durumları yetersiz olan öğrenciler, nakdî kefalet vermek ve dönüşlerinde kendilerine verilecek görevi kabul etmeleri şartıyla, Milli Hükümet hesabına alınarak, burslu olarak, öğrenim görmelerine izin verildi.
Öğrenimdeki kargaşaya son veriliyor
3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılmasıyla ll. Mahmut döneminden itibaren devam eden mektep-medrese ikiliği ortadan kaldırıldı.
Maarif Vekâleti tarafından ilk kez 1924 yılında yapılan sınavla seçilen 22 öğrenci, güzel sanatlar, fen bilimleri, sosyal bilimler ve eğitim bilimleri alanında öğrenim görmek üzere Almanya, Fransa, İsviçre ve Belçika’ya gitti.
1923-1938 yılları arasında, Maarif Vekâleti başta olmak üzere vilâyetler, belediyeler ve devlet kuruluşları tarafından çok sayıda öğrenci sınavla seçilerek, Almanya, Fransa, Belçika, İsveç, Avusturya’ya gönderildi.
Türkiye, savaş sonrası yaklaşık 13 milyon nüfusa sahip, geri kalmış bir tarım ülkesiydi. Ülke nüfusunun yüzde 80’i kırsal kesimde yaşıyordu. Tüm ülkede okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 10 civarındaydı.
Atatürk’ün 15 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde, yurt dışında lisans eğitimi, lisansüstü eğitim, staj ve ihtisas olmak üzere çeşitli resmi kurum ve kuruluşlar tarafından burslu olarak yurt dışına 1222 öğrenci gönderildi. Bunlar kalkınma ve gelişmede önemli bir rol oynadı.
Eğitimde yapılan hataların, ülkelerin geleceğini ne kadar etkilediğinin örneğini, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti karşılaştırması ortaya koyuyor.
Kaynak: Atatürk Dönemi Yurt Dışı Eğitimi (1923-1938), Ayşen İçke