Ülkemin sokakları tomaların sıktığı sular altında ve su krizine sadece 25 yıl kaldı

19 Mart Türk Demokrasi Yaralanma Günü...…22 Mart Dünya Su Günü… Birçok kişi suyun önemini hatırlamak için bu günde çeşitli etkinlikler düzenlerken, Türkiye’deki son gelişmeler bizlere başka başka gerçekler yaşattı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve onlarca kişinin tutuklanması ile “DEMOKRASİ” çığlıkları ile sokağa dökülen kalabalık, polislerin kullanmış olduğu tomalarla sıkılan sular… Herkesin beklediği barışçıl bir gösterinin içinde, ne yazık ki suyun gücü yine gündemde. Evet su, bazen en büyük silah olabilir, ama öyle sokaklarda caddelerde vatandaşın üzerine sıkılması haliyle değil, yok haliyle, kıt haliyle, alınamayan önlemler haliyle, devletler arasında yaşanacak su savaşları haliyle.
Oysa ki bu su, belki de insanların birbirine karşı öfke dolu bakışlarını değil, susuzluk çeken bir toplumun hayatta kalma mücadelesinin izlerini taşıyor. Su, artık bir gösterinin değil, dünya çapında savaşların merkezinde olacak bir kaynak haline gelmek üzere.
Ancak görünen şu ki ülkemizdeki yara almış demokrasi anlayışı, adalet sisteminin tutarsızlığı, hukuka olan güvensizlik, çözmemiz gereken onlarca dünya kaynak sorununu göz ardı ediyor. Netice; Susuz kalmak. Daha korkunç ne olabilir? Her şeyin ama her şeyin kaynağı su. İnsanların, bitkilerin tüm canlıların kaynağı su. Tarım ve hayvancılığın, sanayinin kaynağı su.
Bugün sokaklara dökülen kalabalıklara tomalardan fışkırtılan sulara değil, çözüme odaklanması gereken bir Türkiye’ye ihtiyaç var. Suyu sadece bir araç olarak görmek değil, bir hayat kaynağı olarak korumalıyız. Yoksa 2050’de suyun nerede olduğunu değil, o suların bir zamanlar nasıl değerlendirildiğini sorguluyor ve kalan su kaynaklarına erişmek için ülkelerarası mücadele veriyor olacağız. Evet, su savaşları kaçınılmaz. Şu an belki de çok uzak bir ihtimal gibi görünüyor ama 25 yıl içinde, 2050’ye gelindiğinde, su krizi tüm dünyanın en büyük gündemi olacak.
Kendisi ile röportaj yaptığım Hidrojeoloji Yüksek Mühendisi Umut Taha Çapanoğlu’nun uyarısı kulağımıza çalınıyor: “Dünya su krizine doğru gidiyor. Beklenen sona daha hızlı gidiyoruz. Türkiye en fazla etkilenecek ülkeler arasında. Bununla ilgili yapacak çok bir şeyimiz yok. Su kaynaklarımız giderek azalıyor. 2050 yılı bu krizin yaşanacağı yıl.”
Bugün, "su" demek sadece içme suyu değil, tarımdan sanayiye, yaşamdan ekonomiye kadar her şey demek. Türkiye, Dicle ve Fırat Nehirleri gibi hayati kaynaklara sahip olmasına rağmen, bu nehirlerin suyunun paylaşımı da giderek daha karmaşık ve gergin bir hal alıyor. Bu nedenle su krizinin bölgesel bir tehdit olmaktan çıkıp, küresel bir savaş sebebine dönüşmesi çok olası.
Ve evet, bu kriz kaçınılmaz. İnsanlık, suyun önemini ne kadar anlasa da, bugüne kadar bu konuda ciddi adımlar atmakta gecikti. Ama belki de en acı gerçek şu: Aldığımız her önlem, su krizini en az zararla atlatmamızı sağlayabilir. Yoksa, bu sadece bir felaketin ertelenmesinden ibaret olur. 2050’de susuzluk, içimizi yakan bir gerçek haline gelebilir.
Dünyanın yaşayacağı SU KRİZİ kaçınılmaz. Bununla birlikte Hidrojeoloji Yüksek Mühendisi Umut Taha Çapanoğlu alınacak önlemler ile bu krizin yok edilemeyeceğini ancak ve ancak hafifletebileceği uyarısını da yapıyor. Bir an önce çalışmaya başlamak kaydı ile. “Erken tespit, erken teşhis ve erken müdahale ucu kaçtığı zaman gerçekten zor. Biz aslında bu krizin etkilerini hafifletebiliriz fakat kaçınılmaz sondan kaçamayız.” Krizin etkilerini azaltabilmek için Neler yapılmalı ? sorusunun cevabı ise şöyle:
- Tarım ve sanayideki suyun kontrol altına alınması
- Bireylerin bilinçlendirilmesi (araba yıkama, halı yıkama gibi aşırı kullanımın önlenmesi..)
- Kaçak kuyuların önlenmesi ve su kaçaklarının tespiti
Suyun gücünü sadece kalabalıkları yatıştırmak için değil, geleceği korumak için kullanmalıyız. Uzmanımız Umut Taha Çapanoğlu’nun önerilerine ben de bir madde eklemek istiyorum; Toplumsal olaylarda Tomalarla suların heba edilmemesi.