“Nereye Gitti O Güzel Günler”
Koyun postundan gocuğunun içine giydiği işlemeli gömleğinin düğmelerini ilikleyerek dışarıya çıktı. Dedesinin yıllarca önce Kalmuk dülgerlere yaptırdığı evin ahşap merdivenlerini gıcırdatarak bahçeye indi. Yağmur ve kar nedeniyle iyice çürümüş, damı çöktü çökecek samanlığın önündeyken, içeriden yükselen keskin ve sıcak saman kokusunu duydu. Tüyleri ürperdi. Geçen kış o fırtınalı ve sağanak yağmur yağışlı gecede nehirden taşan balıkları toplamak için ağ atışlarını, sırılsıklam bir vaziyette soğuktan donacak gibi olunca, Aksinya ile burada samanların içinde nasıl sarmaş dolaş olduklarını hatırladı. Şehvetle titredi. Yürümeye devam etti.
Sonra bütün bu ıssız, sarı ve hüzünlü manzarayı bıçakla kesilmiş gibi tam ortasından ikiye bölen, yavaşça, durgunca akıp giden nehiri gördü. Günün bu saatinde çelik mavisi, akşama kadar bakır kızılından su mercimeği yeşiline, Çin ipeği pembesinden Türk mavisine kadar bin bir renge bürünen, yabancıların bazılarının nehir, bazılarının ırmak dediği, kendilerinin ise yüz yıllardır içinde korkuyu da barındıran bir saygıyla sadece ‘Don’ ve eğer kilisede iseler ‘Don Ana’ diye isimlendirdikleri, ucu bucağı belirsiz o büyük suyu seyretti.
Döndü. İyice yükselen güneşin ısıtmaya başladığı çimenlerin üstüne sırt üstü yattı. Gözlerini yumdu. Artık bir masal gibi anlatılan buraya yerleşmelerinin öyküsünü aklından geçirdi. Dedesi, Türklerle yapılan savaşta bir Türk kadını esir almış ve onu buraya, Don nehrinin kıyısına kurulmuş olan bu Kazak köyüne getirmişti. Köylüler kadının uğursuz olduğuna inanmışlar ve güpegündüz dedesi ile Türk kadının yaşadığı eve saldırmışlardı. Dedesi önce esir aldığı ama daha sonra aşık olup evlendiği Türk kadını canı pahasına savunmuş, saldırganlardan birini öldürmüş, kendisi de kötü bir şekilde yaralanmış ama yine de karısının, o adı bile bilinmeyen Türk kadının köylüler tarafından linç edilmesini önleyememişti.
Köyün ilkokulunda toplanan çocukların okudukları sabah marşını da o sırada duydu. Çocuklar, ‘Ey atamız, ey Don, ey iyi ırmak, neden böyle boz bulanık akarsın’ diye hep birlikte söylüyorlardı.
Yakınlardaki bir evden uykusundan uyanmış bir bebeğin ağlama sesleri duyuldu. Annesi çocuğa yavaşça seslendi. Sonra da hafif ve hüzünlü bir sesle ninni söylemeye koyuldu. Don Kazakları’nın çok sevdiği bir ninniyi söylüyordu. ‘Nereye gitti bütün kazlar. Bütün kazlar sazlara gitti. Nereye gitti bütün sazlar. Kızlar bütün sazları biçti. Nereye gitti bütün kızlar. Bütün kızlar kocaya gitti. Nereye gitti bütün kocalar. Bütün kocalar savaşa ölmeye gitti...’ Savaş, askerlik, ölüm ona çok uzaktı şimdilik. Otlara iyice gömüldü. Yirmi yaşının verdiği o eşsiz rahatlık ve huzurla deliksiz bir uykuya daldı…
Don Kazaklarının destansı hikayesini inanılmaz bir şekilde kaleme alan Mihail Şolohov, kitabı yazmaya başladığı o yirmi iki yaşının başında estirdiği kavak yelleri nedeniyle, bu kitabın dönüp dolaşıp bir savaş kitabı olacağını o günlerde tahmin edemezdi tabii ki. O, kendi halkının yani yüzlerce yıl önce bilinmeyen bir yerlerden kalkıp buraya, Don nehrinin kıyısına yerleşmiş Don Kazakları’nın hikayesini yazmak istiyordu sadece. Bütün o güzelim tabiatı betimleyecek, araya güzel aşk öyküleri serpiştirecek ve kuş sesleri arasında mutlu bir şekilde romanını bitirecekti.
Öyle olmadı. Yirmi yaşındayken “Ve Durgun Akardı Don” romanının ilk cildini yazıp bitiren Şolohov, daha bunun tadını çıkaramadan kendini kanlı bir boğazlaşmanın içinde buluverdi. Mihail Aleksandroviç Şolohov, 24 Mayıs 1905’te Don nehri kıyılarındaki Krujilino köyünde doğdu. Anne tarafından atalarının Türklerden geldiği söyleniyordu. Şolohov henüz bir lise öğrencisiyken Birinci Dünya Savaşı başladı. Savaşta birçok yakınını kaybeden Şolohov, 1917 Ekim Devrimi ile bunu izleyen yıllarda kızıllarla beyazlar arasındaki iç savaşı yaşadı. İç savaş sona erdikten sonra, köyünden çıkıp Moskova’ya gitti. Burada bir süre hamallık, taşçılık, ilkokul öğretmenliği ve gazetecilik yaptı. ‘Yazma seminerleri’ne katıldı. Yazmaya başladı. İlk hikayesi olan Doğum Lekesi yayımlandığında henüz on dokuz yaşındaydı. 1924’te köyüne geri döndü.
Ve Durgun Akardı Don’un bir çeşit alıştırması sayılabilecek olan Don Hikayeleri kitabı 1926’da basıldı. Aynı yıl ünlü Ve Durgun Akardı Don’u yazmaya başladı. Kitabını kısa sürede bitirmeyi tasarlıyordu ve aslında romanın neredeyse tamamını da yazmıştı. Nedir, ikinci ve üçüncü ciltte anlattıkları Stalin’in hoşuna gitmedi ve onun emriyle kitabın yayımlanması durduruldu.
Şolohov Durgun Don’un öteki ciltlerinin yayımlanabilmesi için defalarca Stalin’i ziyaret etti. Savaş madalyalarını göstererek nasıl sadık bir Sovyet yanlısı olduğunu gösterdi ve Stalin’i inandırıp, romanının öteki ciltlerinin basılmasını sağlayan özel bir izin almayı başardı. Bu arada çok uzun bir zaman geçmişti ve Durgun Don’un öteki ciltleri tam on dört yıllık bir aradan sonra basılabildi.
Şolohov’un Ve Durgun Akardı Don’un birinci cildinin ilk sayfalarında anlattığı Kazak kadının ‘Nereye Gitti Bütün Kızlar’ adlı ninnisi, yıllar sonra batı müziğine uyarlandı. Ünlü şarkıcı ve besteci Pete Seeger’in bu şarkıdan esinlenerek yazıp bestelediği ‘Nereye Gitti Bütün Çiçekler’ adlı şarkı bütün radyolarda çalınmaya başladı. Aynı şarkıyı Seeger’den sonra Marlene Dietrich ve Joan Baez de okudu. Şarkı Amerika’da Vietnam Savaşı karşıtları tarafından düzenlenen büyük protesto gösterileri sırasında binlerce kişi tarafından söylenince, Amerika Birleşik Devletleri eyaletlerinin birçok yerel radyosunda yayından kaldırıldı ve bu arada Şolohov’un kitapları da resmi kütüphanelerdeki raflardan çıkarıldı. Aynı temadan esinlenerek Mary Hopkins tarafından söylenen ‘Those Were The Days’ adlı şarkı da yıllarca listelerde kaldı.
Önce şeker, sonra da gırtlak kanseri hastalığına yakalanan Şolohov, doktorların bütün ısrarına rağmen Kremlin hastanesinde gördüğü tedaviyi yarıda kesti ve Don kıyısındaki köyüne döndü. 21 Şubat 1984’te öldü. O öldüğü sırada, çok uzaklardaki bir İrlanda meyhanesinde hüzünlü insanların birbirlerine sarılarak ‘Nereye Gitti O Güzel Günler’ diye bir şarkı söylemekte oldukları rivayet edildi.
Aynı rivayetlere göre, yine tam o sıralarda durgunca akan Don nehrinin kıyısında bir Kazak kadınının ‘Nereye Gitti Bütün Kızlar’ diye bir ninni söylediği de duyuldu ama adı üstünde, rivayet olduğu için bu da doğrulanamadı…