İttihatçılar’ın ABD’yle imtihanı
Bu yazıda tarihten bazı örnekler vermek üzere klavye başına oturdum. Sizleri 20. yüzyılın başlarına, Büyük Savaş ya da sonra anılan ismiyle Birinci Dünya Savaşı yıllarına götüreceğim.
Henry Morgenthau, Büyük Savaş’ın başlangıç yıllarında, yani 1912’yle 1916 arası Osmanlı imparatorluğu nezdinde ABD’nin İstanbul Sefir-i Kebir’iydi (Büyükelçisi). Morgenthau’nun sefirliği sırasında, Osmanlı hükümeti olan İttihat ve Terakki Fırkası’nın liderleriyle yakın dostluk kurduğu kayıtlarda var.
Chatham House’un internet sitesinde Morgenthau’nun İstanbul’da görevli olduğu yıllarda nelerin yaşandığıyla ilgili ilginç bir yazı okudum. Yazıya geçmeden önce size Chatham House’u anlatayım.
İngiltere Krallığı, Büyük Savaş’tan sonra Almanya’yla imzalanan Versailles Antlaşması’yla birlikte dünyada tekrar büyük ölçekli bir savaşın çıkmasını engellemek için ülkeler arasındaki diyaloğu etkin kılmak amacıyla 1920’de Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nü kurdu. 1926’da Kraliyet ailesinin imtiyazını alarak isminin başına “Kraliyet” ibaresini ekledi. Ancak ilerleyen yıllarda enstitü bulunduğu binanın ismiyle anılmasından dolayı Chatham House adıyla bilinir oldu. Dünyaca ünlü Chatam House toplantıları kurallara tabidir. En önemlisi toplantılarda konuşulanların yaygın olarak paylaşılabilmesine karşılık katılımcı ve konuşmacılarının isimlerinin kesinlikle gizli tutulmasıdır. Bugün, Amerikan Brookings Institute’dan sonra dünyanın en etkili ikinci düşünce kuruluşu kabul ediliyor.
Gelelim Chatham House’un internet sitesindeki yazıya:
“Çok az diplomatın ismi tarih boyunca hatırlanır. Ancak Henry Morgenthau bir istisna.
“İlk bakışta, Morgenthau, ABD üst tabakasından yetişmiş, varlıklı geçmişi sayesinde büyükelçilik payesine erişmiş bir kişilik olarak görülebilir. Ancak Morgenthau paradan çok fikirlere önem veren bir kişilik, ondokuzuncu ve yirminci yüzyılda yaşamış bir çeşit George Soros diyebilirsiniz. Morgenthau, o dönem anılan adıyla Constantinople yani İstanbul’da dinamik bir büyükelçilik kariyerine imza attı.
“Soros gibi Morgenthau da daha sonra ABD’ye göç edecek Avrupalı Yahudi bir ailenin oğlu olarak 1856’da Almanya’nın Mannheim kentinde doğdu.
“Morgenthau zengin bir avukat ve emlakçıydı. Woodrow Wilson’ın 1912’de ABD Başkanı seçilmesi için yüklü bir harcama yaptı. Bunun ödülünü de Osmanlı İmparatorluğu’na Büyükelçi atanarak aldı.
“Osmanlılar 1914’te Almanya’nın yanında Büyük Savaş’a katılınca Morgenthau tarafsız bir devletin büyükelçisi olarak pek çok Avrupa ülkesinin gayri resmi temsilciliğini yapmaya başladı. Kısa zamanda İttihat ve Terakki’nin en önemli iki lideri olan Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Enver Paşa ve Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Talat Paşa’yla yakın ahbaplık kurdu.
“ İstanbul’daki ünlü Amerikan Okulu Robert Kolej’in o yıllarda müdürlüğünü yapan Caleb Gates’in anılarına göre Morgenthau hiç bir yabancının başaramadığını başarmış, Talat ve Enver Paşalarla ormanlık alanlarda atla gezintilere bile çıkmaya başlamıştı.
“Yıl 1915 olduğunda Talat ve Enver Paşalar, Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni toplumuna, itilaf devletlerinin (İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya- Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’yla savaşan devletler) beşinci kol faaliyetlerini yürüttükleri ( bugünkü tabirle ajanları oldukları) suçlamasıyla olmadık eziyetler uygulama kararı aldılar. Onlara göre Ermeniler’in hepsi Osmanlı topraklarından temizlenmeliydi. Ermeniler’in erkekleri toplu halde öldürülüyor, kadın ve çocukları ise Suriye’yle olan doğu sınırına (Bugün Fırat’ın doğusu diyoruz) ölüm yürüyüşlerine gönderiliyordu.
“Morgenthau’nun hatıratına göre bir gün, Ağustos 1915’te ABD Büyükelçisi Talat ve Enver Paşalar’a yaptıklarının çok yanlış olduğunu söyleyince Talat Paşa öfkeyle sözünü keserek şöyle demiş: ‘Tartışmanın anlamı yok. Ermeniler’in dörtte üçünden kurtulduk. Türkler’le Ermeniler arasındaki nefret o kadar derinleşti ki geri kalanları da yok etmemiz gerekiyor.Bunu yapmazsak bizden intikam alacaklardır.’
“Morgenthau Talat Paşa’nın kendisine, ‘Siz ki Yahudisiniz, nasıl olur da Hıristiyanlar’ın hakkını korursunuz?’ dediğini aktardıktan sonra kendi sözlerine yer veriyor:’Burada bir Yahudi değil, Amerikan Büyükelçisi olarak görevliyim. Ülkemde 97 milyonun üstünde Hıristiyan, üç milyondan az Yahudi yaşıyor. Yani, büyükelçiliğini yaptığım ülkemin nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyansa ben de yüzde 97 Hıristiyan sayılırım.’ Bu sözler üstüne Talat’ın çok şaşırdığı da hatıratta yer alıyor.
“1916’da Morgenthau diplomasi görevinden, Ermeniler’in toplu halde imha edilmesini engelleyemediği gerekçesiyle istifa etti. Washington’da Morgenthau’nun hatıratı ciddi tartışmalara sebep olduysa da daha sonra ortaya çıkan İstanbul’dan Washington’a gönderdiği telgraf metinleri hatıratında yazılanları doğruladı.”
İstanbul’daki ABD Konsolosluğu’nda 1970’li yılların ortalarında görevli Kültür Ataşesi Lou Kahn’dı. İyi bir ahbaplık kurmuştuk. Bir gün konsoloslukta sohbet ederken söz Morgenthau’dan açılmıştı. Bana, Morgenthau’nun özellikle Talat Paşa’yla yakın ilişkisinden söz etmiş, “Hemen hemen her akşam ya Paşa ABD Sefareti’ne gelirmiş ya da Morgenthau Dahiliye Nezareti’ne gidermiş. Bu ziyaretlerin hemen hepsinde Paşa’nın yanında telgraf aleti olurmuş. Morgenthau’nun hatıratında var,” demişti.
Size anlatmak istediklerim bunlar. Bir de amacım, İttihat ve Terakki’nin ideolojisiyle liderlerini hala övenleri, İttihatçı ruhunu canlandırmak isteyenleri uyarmak. Morgenthau’nun anılarında yazdığı İttihatçılar’daki Ermeni toplumuna karşı “dış güçlerin ajanları, maşaları” paranoyası, başka gayri Müslim toplulukları da kapsayacak şekilde kimilerinin içinde hala canlı. Tam bir xenophobie (insanın kendisi gibi olmayana karşı duyduğu korku ya da yabancı korkusu).
O dönemin üç liderine, yani Talat, Enver ve Mason Cemal Paşalar’ın başına gelenleri hatırlayanlarınız var mı? Büyük Savaş bittikten sonra Talat Paşa ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey birlikte kaçtıkları Berlin’de öldürüldüler. Resmi tarihe göre Enver Paşa Türkistan’da pan-Turanizm hayaliyle giriştiği savaşta can verdi. Ama başka kayıtlar var. Örneğin, Hindistanlı komünist düşünür Manabendra Nathan Roy’un anıları. Roy 1887-1954 arasında yaşamış. Marx ve Lenin’den çok etkilenmiş. Ekim 1920’de Taşkent Komünist Partisi’ni kurmuş. Hindistan’da 1921’den başlayarak gelişen Marksist akımlara öncülük etmiş.
Roy, 1920’de Moskova’da Enver Paşa’yla tanışıyor. Roy’un anılarına göre Enver Paşa ona çok güvenip pan-Turanizm hayallerinden ve girişeceği eylemlerden söz ediyor. Bu arada anlaşıldığı kadarıyla Bolşevikler Enver Paşa’nın pan-Turanizm faaliyetlerinden ciddi biçimde rahatsız oluyorlar. Gene Roy’un anılarına göre Enver Paşa Sovyetler Birliği’nin ilk döneminin istihbarat örgütü ÇEKA tarafından katlediliyor. Gelelim Mason Cemal Paşa’ya... O da kaçtığı Gürcistan’ın başkenti Tiflis’in ana caddesi Rustaveli Prospekt’in karanlık bir yan sokağında gece vakti uğradığı silahlı saldırıda çapraz ateşe tutularak can veriyor. İstihbaratçılarla iş tutmanın çok tehlikeli olduğunu gazeteciliğimin ilk yıllarında öğrenmiştim. Kim, hangi örgütten, bilemezsiniz. CIA sandığınız KGB ajanı çıkabilirdi. Ya da çok taraflı bir aparat.
Yani demek istediğim, Amerikalılar’la ya da herhangi bir dış devletin adamlarıyla sıkı fıkı ahbaplık kurup sonra da onlarla fazla oyun oynamaya gelmiyor. Bugün yaşadıklarımızı hala anlamayıp, ben buraların efendisiyim, tafrasıyla ortada gezinenlere burada tekrar edeceğim. Büyük devletlerle ilişki ayıyla yatağa girmeye benzer.