Sermayenin iktidarı
Teknolojinin ve dolayısıyla üretim araçlarının her geçen gün daha da gelişmesi, buna ek olarak yaşanan nüfus artışı ile birlikte, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında işsizlik dünya genelinde önemli sorunlardan biri haline geldi.
19. yüzyılda gelişme sürecinde olan kapitalist ekonomi sürekli yeni işçilere ihtiyaç duyuyor, çalışanlar insanlık dışı yaşam şartlarıyla karşı karşıya kalarak hayata tutunmaya çalışıyorlardı. 20. yüzyılda yukarıda sayılan sebeplerle işsizlik gündeme girince, işçilerin yaşam şartları ortaya koydukları mücadele sayesinde nispeten düzelmesine rağmen bu defa sermaye sınıfı için emekçileri rekabete sokarak daha ucuza işçi çalıştırma imkânı ortaya çıktı.
Yeni şartlar, daha önce üretim alanlarında dayanışma halinde olan ve bu dayanışma sayesinde sermaye sınıfına karşı birtakım haklar elde edebilen işçileri karşı karşıya getirdi. Artık kim emek gücünü daha ucuza satarsa o iş bulabiliyor, diğeri ise işsizlikle boğuşmak durumunda kalıyordu. Bu tabloda normalden daha az ücrete çalışmayı kabul eden işçi de, bunu kabul etmediği için işsiz kalan emekçi de kaybeden taraftaydı. Kazanan ise emekçileri adeta birbirlerine kırdırarak mümkün olduğunca ucuza çalıştıran sermaye sahipleriydi.
Bu süreç. Türkiye gibi üretimin kısıtlı ve dışa bağımlı olduğu sözde gelişmekte olan ekonomilerde daha zorlu geçti. Ellili yıllarda tarımda makineleşmenin ilerlemesi ve altmışlı yıllardan itibaren sanayileşmenin belli bir seviyeye gelmesi, kırlardan kentlere göçleri yoğunlaştırmasının yanında işsiz yığınları da yarattı. Özellikle 1980 sonrası üretimden ziyade sıcak paraya dayalı ekonomi anlayışı, işsizliğin her daim yüzde 10 seviyelerinde kalmasına sebep oldu. Üstelik bu oran, artık umudu kalmadığı için iş aramayı bırakanları ve kayıt dışı çalışanları kapsamıyordu.
2002 seçimleri öncesinde yapılan anketlerde birinci parti olacağı herkes tarafından görülen AKP’nin en önemli vaatlerinden biri işsizliğe son vermekti. Fakat bir yandan sıcak para politikasıyla ülke ekonomisini döndürmeye çalışmak, diğer yandan işsizliği önlemek çelişkiden başka bir şey değildi. Nitekim iktidara geldikten kısa bir süre sonra Erdoğan ve ekibi de işsizlikle mücadele sorununu bir kenara bırakmış, bundan yakınanlara karşı, “Senin oğlun da işsiz kalsın” gibi sözlerle adeta dalga geçer hâle gelmişti.
Yoksul yığınları uzun yıllardır kasıp kavuran işsizlik sorununun AKP iktidarınca da çözülmemesinin yanına son 10 yılda bir de göç sorunu eklendi. Suriye’deki iç savaştan kaçan milyonlarca kişi, ülkeye yeni işsiz yığınların eklenmesi anlamını taşıyordu. Böylelikle emekçiler arasındaki iş bulma ve bu uğurda olabildiğince taviz verme yarışı daha da kızışmış, özellikle sığınmacılar asgari ücretin oldukça altında, sigortasız çalıştırılarak sömürü düzenine eklemlenmişlerdi.
Ortaya çıkan bu tablo, işsizlerin ve yoksulların sığınmacılara cephe almalarının en önemli sebebi durumuna geldi. İster yerli olsun ister yabancı, hiç kimse asıl karşı cephenin emekçileri sefalete mahkûm eden sermaye sahipleri ve buna arka çıkan iktidar olduğunu düşünmedi. Böylelikle kazanan yine yönetenler ve çalıştıranlar; kaybedenler ise emekçiler oldu.
Suriye’de ortaya çıkan yeni düzenden sonra sığınmacıların güvenli bir biçimde ülkelerine dönmeleri ciddi bir biçimde gündeme geldi. İktidar mensuplarının ve iktidara yakın olan medya mensuplarının önemli bir bölümü artık dönüş zamanının geldiğini açıkça vurguladılar. Bizzat İçişleri Bakanı tarafından dönen sığınmacıların sayısı belli periyotlarda açıklanmaya başlandı.
Tam da bu süreçte sığınmacıların Suriye’deki iktidar değişimine rağmen isterlerse Türkiye’de kalmaya devam edebileceklerini söyleyen tek bir kişi çıktı. O da cumhurbaşkanı Erdoğan’dı.
İktidara yakın olanlar da dâhil, hemen herkes artık geri dönüşü dillendirirken ve beklerken Erdoğan’dan böyle bir çıkışın gelmesi tesadüf değildir. 22 yıllık Erdoğan iktidarı, Özal’a bile rahmet okutacak şekilde sermaye yanlısı bir politika izlemekte, emekçilerin gelirlerini baskılayarak çarkı döndürme amacı taşımaktadır. Sığınmacıların ülkede kalmalarının istenmesi de, emekçilerin gelirlerini aralarında iş bulma rekabeti yaratarak ve kayıtsız işçi çalıştırılmasına göz yumarak baskılamanın ve işverenleri rahatlatmanın yöntemlerinden biridir.