Gizli Başbakan Bahçeli
Turgut Özal’ın 1989’da cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte Türkiye’de yeni bir gelenek başladı. Başbakanlık döneminde oyları azalma belirtileri gösteren liderler zamanı geldiğinde cumhurbaşkanı oluyor, ancak kendilerinden sonra seçilen başbakanlarla kısa sürede araları açılıyordu.
Bunun ana nedeni, cumhurbaşkanı olup oy ve hesap verme kaygısı kalmayan liderlerin, yetkilerini aşarak bulundukları mevkiden başbakanın işlerine karışmaları ve eski partilerinde her şeyin arzu ettikleri gibi olmasını istemeleriydi.
Bu düşüncelerle Turgut Özal, önce Yıldırım Akbulut, ardından Mesut Yılmaz’la, Süleyman Demirel ise kongrede seçilmesini beklemediği Tansu Çiller’le sürtüşmeler yaşadılar ve uygulamada oluşan bu ikili yönetim şekline karşı kendilerince çözümler aradılar. Özal çare olarak Çankaya’dan inerek tekrar parti kurmak isterken, Demirel ise yarı başkanlık sistemini tartışmaya açarak yetkilerini arttırmayı arzuladı. Ancak iki isim de istediklerini gerçekleştirme şansı bulamadılar.
Bülent Ecevit’in üniversite diplomasının olmaması nedeniyle 2000 yılında bu gelenek kesintiye uğradı. Üniversite diplomasının olup olmadığı tartışmaları günümüzde halen devam eden Erdoğan ise, 2007 yılında cumhurbaşkanı olmak için can atmasına rağmen hakkındaki tartışmalardan dolayı aday olamadı. Ancak 2014 yılında kendisini artık fazlasıyla güçlü hissettiği için diploma konusundaki çekincelere rağmen aday oldu ve cumhurbaşkanı seçildi.
Geleneğe uygun biçimde, Özal ve Demirel’in başbakanlarıyla yaşadıkları sorunları Erdoğan da çok geçmeden Ahmet Davutoğlu’yla yaşamaya başladı. Erdoğan başbakanlık yaparken kullandığı yetkileri cumhurbaşkanı olduktan sonra da kullanmak, Davutoğlu’nu göstermelik olarak, sadece kendisini onaylayan bir sınıra hapsetmek istiyordu. Yeni başbakan buna karşı çıkıp yetkilerini kendisi kullanmak isteyince sorun büyüdü ve Erdoğan, Davutoğlu’na iki yıl bile dayanamayarak istifasını istedi.
Davutoğlu’ndan sonra ortaya atılan, “Düşük profilli başbakan” formülü ve buna uygun olarak Binali Yıldırım’ın başbakan yapılması yetki karmaşasını giderdi ancak Erdoğan’a bu da yetmedi. En sonunda Erdoğan, gönlünde hep var olan başkanlık sistemine Devlet Bahçeli’nin beklenmedik desteğiyle kavuşabildi.
Fakat geldiğimiz süreçte, başkanlık sistemi içinde işler pek de Erdoğan’ın istediği gibi gitmedi. Oyları gün geçtikçe eriyen AKP, iktidarda kalabilmek için MHP lideri Bahçeli’ye muhtaç duruma düştü. Artık bitti denilen koalisyonlar, ittifaklara dönüştü. Bu durum devletin tepesinde, tıpkı önceki cumhurbaşkanlarının başbakanlarıyla yaşadıkları gibi bir ikili yapıyı ve fikir ayrılıklarını doğurdu.
Bugün Bahçeli adeta bir başbakan gibi hareket etmekte, söyledikleriyle gündemi belirlemekte ve Erdoğan’ı birçok konuda sadece kendisini onaylayan bir konuma düşürmektedir. Yaptığı Öcalan çıkışına karşı Erdoğan’ın gösterdiği tavır ve DEM Partililerden oluşan heyetin ilk görüştüğü liderin Erdoğan yerine kendisi olması bunun son örnekleridir. Cumhurbaşkanının yağmurdan kaçarken doluya tutulması, savundukları başkanlık sisteminin sorunları çözmekten ziyade daha da karmaşık duruma getirdiğinin en basit göstergesidir.