İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4885 %0.05
36,6405 %0.21
3.525.881 %2.291
3.077,11 0,09
Ara

“Hamdım, piştim, yandım…”

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
“Hamdım, piştim, yandım…”

Taksiden indi. Tam karşısındaki görkemli binaya baktı. Kurşuni gökyüzü altında eflatun rengi daha da belirginleşmiş olan saraya benzer yapı,  göğe doğru tırmanan katları ve yüzlerce kemerli penceresiyle, ürkütücü bir güzellik halinde oradaydı işte. Öteki binalara da baktı. Yan yana uzayıp giden betonlar, taşlar, tuğlalar. Binalar, binalar. İzmir Palas, İtalyan Sefareti olarak yapılmış o süslü bina. İrili ufaklı apartmanlar. Yerde bir karışlık bir boşluk bile kalmamış. Her yer dolu. Her yer bina. Gülümsedi. ‘O’nun bir sözü geldi aklına. “Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alakamız nedir?”

Apartmanların arasına sıkışıp kalmış, yavaşça ölmeye yatmış gümüşi akasya ağaçlarına baktı. Geçen yıl yavru kuşların sesleriyle çın çın öten yuva, şimdi hüzünlü bir sessizlik içindeydi. Kuşlar uçup gitmişti. Yine gülümsedi. ‘O’nun bir sözünü daha düşündü. “Bu, evde beslenen kuştur, havada uçan Simurg değildir, nefis şeyler yiyip içer, gıdası Hak’tan değildir”.

Heybetli binanın dört kapısından birinden içeriye girdi. Kalın bir kırmızı halı serili, beyaz mermer döşeli koridorda yürüdü. Geniş merdivenlerden ikinci kata çıktı. Bir dairenin kapısını çaldı. Biraz sonra iki erkekle üç kadının oturmakta olduğu sade döşenmiş bir salondaydı. Filizi yeşile boyanmış duvarlarda Kadıasker Mustafa İzzet, Tuğrakeş İsmail Hakkı gibi büyük hat sanatçılarının celi sülüs, şikeste, zülf-ü arus tarzındaki sedef çerçeveli levhaları görülüyordu.

Biraz konuştular. Sonra pencerenin önüne yerleştirilmiş kocaman masaya geçtiler. Gülkurusu perdeleri açtılar. Dışarıdaki gri renkli Maçka’ya baktılar. Sisler içinde yüzer gibi dalgalanan ve bir kalem gibi ince ve zarif minareleri seyrettiler. Kumruların yanık bir ney sesine benzeyen dem çekişlerini dinlediler.

Işıklar yakıldı. Oturdukları masayı tam tepeden aydınlatan kristal avizenin billur ışıkları altında, kalın kağıt yığınlarını sessizce okumaya koyuldular. Okudular ve yazdılar. Sepya renkli yıpranmış kağıtlara yazılmış Farsça yazıları okudular ve önlerindeki beyaz kağıtlara Türkçe yazdılar.

“Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor; ayrılıkları nasıl anlatıyor. Gamımızla günler geçti, akşamlar oldu; günler yanışlarla yoldaş kesildi de yandı gitti. Günler geçip gittiyse de ki, geçin gidin, pervamız yok. Sen kal ey dost, güzellikte sana benzer yok. Ham olan, pişkin, olgun kişinin halini hiç mi hiç anlayamaz; Öyleyse sözü kısa kesmek gerek vesselâm…’ diye yazdılar.

Sonra durdular. Birbirlerine bakıp gülümsediler ve sanki sözleşmiş gibi, hep birlikte son cümleyi yazdılar. “Hamdım, piştim, yandım”...

Ünlü Maçka Palas’taki yazar Safiye Erol’un dairesinde haftanın her Salı günü toplanan Samiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi, Sofi Huri, Nihad Sami Banarlı ve Nezihe Araz, böylece Mevlana’nın Mesnevi’sinin birinci cildinin Farsça’dan Türkçe’ye çevirisini bu son cümleyle tamamladılar ve her zamanki gibi derin bir sohbete koyuldular. Chandelier Trimmings markalı kristal avizenin aydınlattığı odada, “Elif'ten Ya'ya kadar bütün harfler, hep aynı elif harfinin türlü bükülüş ve şekillenişiyle meydana gelir” gibi cümleler yankılanır oldu.

Anadolu Evliyaları, Kadın Erenler, Kırk Pencereli Konak, Bozkır Güzellemesi, Öyle Bir Nevcivan, Alacakaranlık gibi eserleriyle tanınan Nezihe Araz, 1922 yılında Konya’da doğdu. Ankara Kız Lisesi’nden sonra Ankara Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Kısa bir süreyle Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Behice Boran’ın asistanlığını yaptı. Sol sayılabilecek düşünceler içeren makaleler yazdı.

Fakülteden ayrıldıktan sonra 1950 yılında Resimli Hayat dergisinde gazeteciliğe başladı. Daha sonra çeşitli gazetelerde fıkralar yazdı. Röportaj ve araştırmalar yaptı. Bu dönemde Kenan Rıfai ile tanıştı ve onun öğrencilerinden biri oldu. Rıfai’nin dini görüşlerinden çok etkilendi.

Mevlana’ya hayranlığı günden güne artan Araz, Aşk Peygamberi adlı kitabında onun hayatını yazdı. Sol düşüncelerden giderek uzaklaştı ve kendini tasavvufa verdi. Yunus Emre’nin hayatını Dertli Dolap isimli kitabında anlattı. Benim Dünyam adlı şiir kitabından sonra kendisini üne kavuşturan Anadolu Evliyaları yayımlandı.

Tiyatroya yönelen Araz, Bozkır Güzellemesi, Öyle Bir Nevcivan, Alacakaranlık, İmparatorun İki Oğlu, Afife Jale, Ballar Balını Buldum, Cahide gibi oyunlar yazdı. Akıllı Tavşan ve Güçlü Aslan, Sihirli Fındıklar adlı müzikli çocuk oyunları da ilgiyle izlendi.

O Kadın, Ekmek Kavgası, İhtiras Fırtınası ve Hanım adlı senaryolarından çekilen filmlerde, Türk sinemasının ünlü oyuncuları rol aldı. Sadece TRT televizyonunun yayın yaptığı dönemde sabah saatlerinde yayımlanan ‘Hanımlar Sizin İçin’ adlı programı da hazırladı ve bu program, o dönemin en çok izlenen yapımı oldu.

Anadolu Kadın Erenleri, Sen Latife Değil Latif’sin, Kuvayi Milliye Kadınları, Atatürk Evleri, Mustafa Kemal’in Ankara’sı, Bir Zamanlar O da Çocuktu: Adı Mustafa,  Hoşgörü Ustaları, Kutlu Melek,  Mustafa Kemal’in Devlet Paşası, Mustafa Kemal’le 1000 Gün gibi kitapları da yayımlanan Nezihe Araz, son yıllarda rahatsızlığı nedeniyle yazmayı bıraktı.

Eserlerinde olumsuz fiil kullanmamak için mesela ‘ışığı yak’ yerine ‘ışığı uyandır’, ‘ışığı söndür’ yerine ‘ışığı dinlendir’ demeyi tercih eden Nezihe Araz, niçin yazmadığını soranlara da hep şöyle yanıt verdi:

 “Ya hayır söyle ya da sus”…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *