”İsyan Yılları” ve aşk…
Endişe, Şehzade Ahmed’in yüreğini boğuyordu. Kahvehanede fazla kalamamış, hizmetkarı Mehmet ile birlikte dışarıya çıkıp at sürerek saray kapısına gelmişlerdi. Tam o sırada Mehmet, harem arabalarının göründüğünü haber verdi. Arabalar hızla harem kapısından içeriye girdiler. Şehzade peşlerinden gitti. Konvoy Valide Sultan dairesine yanaştığında atından indi, yaklaştı ve Valide Sultan’ın yani annesinin ayaklarının toprağa değmesini bekledi. Eğilip saygıyla annesinin elini öptü.
Hal hatır sordular. Ama şehzadenin gözleri Valide Sultan’ın bir adım gerisinde sessizce duran cariye Gülru’nun yüzündeydi. O masumluk, o canlılık, o olağanüstü yakıcı güzellik ruhunu okşuyor, aklını karman çorman ediyordu. Kaç yıldır zaten sarayda bir esir hayatı yaşıyordu. Şimdi ise yüreği de esirdi artık. Büyülenmiş gibiydi. Gözlerini Gülru’dan ayıramıyordu.
Oğluyla konuştuğu sırada Valide Sultan’ın görüş alanının dışında kalmasından yararlanan Gülru da birkaç saniyeliğine de olsa Şehzade’ye bakmaya cesaret etti. Ansızın bakışları karşılaştı. Ve o anda güzel cariye Gülru ile Şehzade Ahmed arasında bitimsiz ama Osmanlı Sarayının sert ve acımasız kuralları nedeniyle sonu asla mutlu bitemeyecek olan imkansız bir aşk doğuverdi.
Tarih 1700’lerin başıydı. Yer Edirne idi ve havada bahar kokusu vardı…
Padişah’ın ordusu yani “Dersaadet Ordusu” kararlı bir yürüyüşle Lüleburgaz’a oradan da Babaeski’ye ulaştı. Karargah kuruldu. Asilerin ordusuyla aralarında sadece bir ok atımı mesafe kalmış, iş iyice ciddiye binmişti. Her iki tarafın da silahları hazırdı. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun “yenilmez” diye dünyaya nam salmış büyük ordusu ikiye bölünmüş ve Padişah taraftarları ile “asiler” birbirlerini yok etmek için son çatışmayı bekliyorlardı. Edirne halkı evlerine kapanmış, bu çok kanlı biteceği muhakkak olan kıyameti düşünüp, korkuyla titreşiyordu.
Aklı erenler konuşuyordu. Naima adlı biri etrafına toplanan kalabalığa anlatıyordu: “Devir isyan yılları devridir. Üç vakte kalmaz başka bir isyan çıkar. Bizim ömrümüz yetmez ya, kendi çıkarı için değil, ahali için isyan edip yeni bir düzen kuracak bir yiğide kadar böyle gider bence bu. Belki de cumhur cumhurluğunun farkına varır, padişahı başından atar, başına geçecekleri kendisi seçer. Kim bilir?”…
Tarih 1700’lerin başıydı. Yer Edirne idi ve havada kan kokusu vardı…
“Sadrazamın Sekiz Saati” ve “Osmanlı’da Bir Konsolid Hikayesi” adlı kitaplarıyla tanıdığımız yazar Servet Taşdelen, “İsyan Yılları” adlı bu kitabında da yine Osmanlı tarihinden sarsıcı bir kesit sunuyor. Kitabında Sultan İkinci Mustafa döneminin çalkantılarına, entrikalarına, bitip tükenmek bilmez çıkar ilişkilerine ve bu çıkar kavgaları nedeniyle az kalsın 400 yıllık bir imparatorluğa son verecek bir isyana ışık tutuyor.
Ve bütün bu kargaşa, hırs ve kan içinde apansız ve kendiliğinden gelişen bir aşkı, cariye Gülru ile Şehzade Ahmed’in umarsız sevgilerini anlatıyor ki, Leyla ile Mecnun kaç para?...