İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4666 %-0.06
36,5354 %-0.17
3.509.176 %2.67
3.069,22 0,52
Ara

Merhaba Karıncalar

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Merhaba Karıncalar

Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde kitabının önsözünde 
“Bütün bir Felsefe Tarihi’nin yanlış olduğunu kabul edelim ve öyle başlayalım.” der  ve devam eder: “Diyelim ki; bütün filozoflar bir Felsefe Circe’si tarafından aldatılmıştır.”
Her filozof yoluna böyle başlar. “Belki” diyerek.

Peki siz bir an için bütün bildiklerinizin yanlış olduğunu kabul edebilir misiniz?

Bir adam tanıyorum. Siz tanımazsınız. Zaten tanımayın da. Bazı insanlar vardır. Herkes tanır bilirse bütün büyüsünü kaybeder. İşte öyle bir adam…  Bir baca temizleyicisiydi. Ayın arka yüzü gibiydi yüzü. 
Bir gün elindeki torbadan usulca bir şişe çıkardı ve bana uzattı. İç bakalım dedi. Hayatımda içtiğim en güzel şarap odur hala. Sonra ellerini dizine koyup, sırtını esnetti, gözlerime baktı. Gözlerindeki hüzün öyle yerleşik haldeydi ki ne çok şeye geç kaldığını konuşmadan da anlatabiliyordu. 

- Tanrı elimize bir keder verdi ve biz onu kader sandık evlat. dedi.

Gülümsedim. Bir sigara yaktım. Geç kalmış olabilir miyiz? 

Çocukluğumda kalabalıkları izler, onca insan, bunca hızla, nasıl oluyor da birbirine çarpmadan bu denli hareket halinde olabiliyor diye hayret ederdim. 
Şimdi tek tek insanları izlemek zorundayız çünkü sosyoloji diye bir şey de kalmadı. 
Şu kadarcık insan ve bunca çaresizlikle, nasıl oluyor da birbirine çarpa çarpa….

Oysa kimsenin kimseyi tanımadığı bir evrende herkes ne çok birbirine benziyor. 
Git gide ortalama bir insana dönüşüyor, bütün insanlık. Biriyle konuşsan, herkesle konuşmuş gibi.

Zaman da, insan da gitgide daralıyor. Bununla beraber gerçekler, mesafe ve önceliklerde öyle. 
Hayatta kalmaktan başka hiçbir önceliğimizin olmadığı, sokakları endişe ile dolaştığımız şu günlerde özellikle. 

Durmadan daralan insan, kendi gerçekliğinin içine sıkışıp kaldığını anlar mı acaba. Bunun için yeterince zaman var aslında. 

Kaybettiklerimizi fark ettiğimizde, değer kavramı başka bir hal almaya başlıyor. 
Zamanlar, eşyalar, aşklar, dostluklar, insanlar, aile… 
Kaybetmek, bizden bir parçaymış gibi taşıdıklarımızın aslında hiçbir zaman bize ait olmadığı gerçeğini en acımasız biçimiyle hatırlatmıyor mu? Yine de kazanmak kaybettiklerimizi fark etmekle başlıyor sanırım.
 
Bütün bunları müthiş bir kaygı ve endişe içinde düşünürken aklıma Kevin Brodbin ve Frank A. Cappello’nun birlikte yazdıkları Constantine filminden bir replik geldi. 
“Tanrı karınca çiftliği olan bir çocuk.“
Gülümsedim. Bir sigara yaktım. 

Herkes telaş ve endişe içinde, hızlı adımlarla evlere erzaklar taşıyordu. 
Havalar kötü ve git gide daha da kötüleşiyordu.

Bildiklerimiz bilemediklerimizden azdı. 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *