İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4667 %-0.05
36,5241 %-0.22
3.501.531 %2.297
3.071,15 0,58
Ara

Soyula soyula soğana döndük!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Soyula soyula soğana döndük!

Türk halkının uğradığı kitle soygunlarını düşünüyorum da, “bu kaçıncı? Hiç mi ders alınmaz?” Desem de, kızamıyorum doğrusu. Hatta hoş görüyorum. Çünkü “devlet nerede?” Sorusu ortada sahipsiz dururken vatandaş ne yapsın?

-“Toreks, Vebitcoin olaylarından mı söz ediyorsun?” diyeceksiniz. 

-Sadece onlar mı? Tarihe mal olmuş onca soygundan hangi birini sayayım? Gurbetçilerimizin güçlükle biriktirdikleri paraları iç eden  Yimpaşlar, Kombassanlar, Deniz Fenerleri unutuldu mu? Sorumluları doğru dürüst yargılandı mı? Kimden hesap sorulabildi? Tam tersine taltif edilip önemli makamlara getirilmediler mi? Ya, “soygunlara değil” de “yayınlara dur diyen” yönetimler? “Akacak kan damarda durmaz” misali,  milletin cebindeki paralar da “bir yerlere” aktı gitti. Oysa ne emeklerle yapılmıştı o birikimler,  gurbet ellerde yemeden içmeden, yıllarca köle gibi çalışıp, memlekette bir ev bir araba hayaliyle yaşamadı mı “En alttakiler?” (*)  

Bence demokrasimizin “siyah kurdelesidir” yayın yasakları. Düşünebiliyor musunuz ? “Soyguncuya dur” demek yerine, “soygunun duyulması engelleniyor!”

Bu sistem yıllardır değişmedi biliyor musunuz?

12 Eylül sonrasıydı, bankerler furyası yaşanıyordu, Turgut Özal Başbakan Yardımcısıydı... Her sokak başını “Bir masa bir kasadan ibaret banker tabelaları” süsler olmuştu...  Bu perakendecilerin ağa babası, Banker Kastelli idi... Halkımız gidip gidip bu sokak soyguncularına  para yatırıyordu... “Saadet Zinciri”nin bir yerde kopacağı bellliydi ama nedense kimse sesini çıkarmıyordu. Biz “çiçeği burnunda, naif muhabirler”,12 Eylül’ün “ağır yasakları” altında  bu furyanın anlamsızlığını duyurmaya çabalıyorduk. Görünmez eller, haberlerimizi ha bire sansürlüyordu. Söylenenlere göre rütbeli rütbesiz pek çok ordu mensubu da bankerlere para yatırmıştı... Askerlerin kurduğu kabinenin üyelerinin, hele de bürokratların sözü pek geçmiyordu.

Işık Biren, o sırada 12 eylül yönetiminin önemli isimlerinden biriydi. güç bela randevu aldım, kapalı! TBMM binasındaki makamına gittim, askeri rejimin bütün haşmetiyle hüküm sürdüğü koridorda beklerken dakikaları tükettim, sonunda özel kalemdeki deniz subayı seslendi:

-Buyurunuz... Komutanım sizi emrettiler!

Bir zamanlar AP genel başkanı Süleyman Demirel’in toplantılar yaptığı  dev makam odasına girer girmez Biren, “haydi ne soracaksanız sorun, vaktim kısıtlı” diye uyardı. Art arda aklımdakileri sıralamaya başladım. Hazinenin, teftiş kurullarının bağlı bulunduğu Maliye Bakanlığının yetkileri sınırlıydı, son söz hep askerlerdeydi, bu nedenle yanıtları çok önemsiyordum. Ama ben sordukça gergin bir havaya bürünen amiral, ben  “pek çok ordu mensubunun da paraları bankerlerdeymiş. Hatta bazı söylentilere göre kimilerinin paraları kurtarılmış?”   Der demez patladı:

-Küçük Hanım biliyor musunuz, ekonomide para kaybolmaz... Görüşmemiz bitmiştir...

Üst düzey bir MGK yetkilisine dayandırdığım haber Tercüman’da yayınlanınca, eleştiri yağmuruna tutulduk, “Ekonomide para kaybolmaz ama, bir cepten çıkıp acaba kimin cebine girer?” Soruları ile karşılaştık.

Bir kaç gün sonra da kıyamet koptu... Banker Kastelli  yurtdışına kaçtı...

Ortalık birbirine girdi... Büroda çalıştığımız öğlen saatlerinde, meslektaşım Semih Erigüç’le bana Başbakanlıktan duyumlar geldi:

-Başbakan Yardımcısı Turgut Özal birazdan basın toplantısı düzenleyecek... Haberiniz olsun...

Semih’le alelacele çıkıp, bir koşu, Başbakanlıkta aldık soluğu... Binanın önünde küçük bir grup var, çoğunluğu yabancı gazetelerin, ajansların temsilcileri... Derken kapılar açıldı, yabancı  temsilciler kimlik gösterip girdiler, sıra bize gelince yetkililer, “Durun bakalım, siz giremezsiniz” demesin mi? Nedenmiş? Talimat böyleymiş... Semih’te birlikte  Başbakanlık merdivenlerinde kala kaldık... Ben ağlamaklıyım, o her zamanki gibi iyimser, nedense “bıyık altından gülümsüyor...”

Birazdan baktık, çıkıyor yabancı meslektaşlar, koşup yanlarına gittik, iyi kötü bilgi almaya çalışıyoruz, derken baktım Semih’in yanına yaklaşan biri “No comment” diyerek hızla uzaklaştı... Semih, bilgi kırıntısı toplamaya uğraşan bana, “boşver, yürü gidelim” dedi... Kalabalıktan sıyrılıp bir taksiye atladık,o  hala gülümserken, cebinden çıkardığı teybi gösterdi:

-Anladın mı şimdi -No comment-in anlamını... Buyur sana manşet... Biz içeri giremedik ama teybimiz oradaydı.  Yeter ki gazeteye taşra baskıları bağlanmadan yetişelim...

Ertesi gün bizim gazetenin (Tercüman) manşetinde Özal’ın durumu yatıştırmak isteyen sözleri vardı ama, kamuoyunda o değil, Milliyet Gazetesindeki Emin Çölaşan imzalı manşet konuşuluyordu:

“Halkımız kumar oynamıştır...”

(*) https://www.dw.com/tr/en-alttakilerin-s%C4%B1ras%C4%B1-de%C4%9Fi%C5%9Fti/a-2523563

“Bu yazı Nursun Erel’in kişisel blogu bennursunerel.blogspot.com adresinden alınmıştır…”

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *