İstanbul
Açık
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,8109 %0.02
37,4600 %0.34
104.089,05 %1.979
3.177,48 0,22
Ara

Teknemizden başka neyimiz var?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Teknemizden başka neyimiz var?

Nietzsche’nin deyimiyle, “Düş; yaşamı yeniden yorumlamaktır.”
İnsan, yaşam içerisinde, anlayabildiği ve algılayabildiği ölçüde kendini yeniden deneyimler. Tesadüfleri, olayları, olguları ve yaşamın bütün dinamiklerini, karşılaştığı ve oluşturduğu kendi imgesel evreni içerisinde yeniden yaşar. Acı da çeker, keyiflenir de. 
Öyle ki azgın dalgaların arasında teknesine tutunan balıkçı nasıl güveniyorsa ona, insan da yaşamın acımazsızlığı karşısında öyle tutunur düşlerine. 
Çünkü anlamak için yaşamın içinde olmak yetmez.
Onu yeniden yorumlamak ve kendi zihinsel süreci içerisinde yeniden inşa etmek ihtiyacı duyar. İnsan kendisi için ancak böyle görünür olur.

Peki aynı şey midir? Düş kurmak ve görmek…

Duyusuz algının bir türü, nesnesiz ve nedensiz bir ansal süreçtir düş görmek. 
Korktuklarımız, öfkelerimiz, özlediklerimiz, umut ettiklerimiz, beklentilerimiz, kaygılarımız ile bilinçaltımızın sahnelediği bir gösteriden ibaret değil midir?
Bütün bunlar zihnimizde azgın dalgalar gibi bir yükselip bir kaybolurken, onları gündelik olanla ve nesnel olanla bastırmanın yok saymanın bir sonucu belki de.
Düşler görürüz. Kimi zaman gerçekten ayırt edemeyeceğimiz kadar korkunç ya da güzel. Sonunda yaşamın ağırlığına uyanır ve yok sayarız. Belki de bu yüzden, bilinçaltını da bir nesne olarak tanımlıyor Freud. 
Bana göre ise, kendine gerçekliğin sahnesinde yeni bir rol biçen, perdeyi parçalayıp kendini sahneye atan ve bir esriklik dürtüsü içinde nesnelliği yeniden biçimleyen ansal bir hatırlama ya da tekrar etme biçimi.

Oysa düş kurmak, Stefano d’Anna’nın da dediği gibi “geleceği hatırlama” gücüdür. 
Yok saymak değil, yeniden inşa etmek, var edebilmektir. İnat etmek, istemek ve direnmektir. 
İşte o zaman o küçücük tekne koca bir gemi gibi dalgaları yarıp yoluna devam edebilir. 
Ancak o zaman dalgaların üzerinde, serçe ayakları ile dans eden bir kadın gibi, bizi yeniden umuda, aşka ve güzel olana inandırabilir. 
Düş kurmak var olanı, verili olanı reddetmektir. 
Böylece kendi gerçekliğini inşa edecek, insanın kendine bakabilmesi edimini çoğul bir amaca ulaştırabilecektir. 

Hayal ettiğiniz her şey gerçektir, diyor Pablo Picasso. 
Öyleyse, bunca fırtına ve dalgalar arasında, bizim küçük teknemizden başka neyimiz var. 

Ben de evlerin üzerinde sallanan büyük salıncaklar hayal ettim. Özgürlükten yana olursan, kuşlar sana da uçar, dedim. Bunu kendime üç kez tekrar ettim. 
Korkunç ve mutsuz adamların yaralarına alıştırmadım, binlerce güzel ölüyle yeniden dirilttiğim gövdemi. Çok ışıklı çocuk evleri kuracağız, dedim. Bunu kendime her gün tekrar ettim.
İqmal Masih’i hatırladım. Malala’yı ve daha pek çoğunu…
Düşler kuran çocukları düşledim. 
Neruda okudum biraz. 
“Ne yapalım yani bu dünyanın gerçekleri varsa, bizim de hayallerimiz var…” 
Bunu kendime dua ettim. 
İnsan acı da çeker, keyiflenir de…
Yaşamı yeniden yorumlar, kendini yeniden deneyimler her seferinde.
Düşlerine inandığı kadar, teknesini sevdiği ölçüde…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *