Lozan Antlaşması, Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile birlikte, sadece Türkiye ve Yunanistan için değil, -Ege ve Karadeniz, coğrafya açısından Akdeniz’in bölümleri olarak kabul edilir- bütün Akdeniz ve bu denizi çevreleyen bölgeler açısından önemlidir. Önemlidir çünkü Türkiye ve Yunanistan bağlamında dile getirilen, “Lozan Dengesi” kavramı, bütün Akdeniz için söz konusudur. Türkiye ile Yunanistan arasındaki Lozan dengesinin bozulması, Kuzey Afrika’dan, Balkanlara; Balkanlardan Rusya’ya; oradan Kafkaslara ve nihayet Ortadoğu’ya kadar, dünyanın en eski ve önemi bölümünün dengesini yakından ilgilendirir.
Lozan Antlaşması’nın birçoğumuzun hiç üstünde durmadığımız, gözden kaçırdığımız diğer bir özelliği, bu antlaşmanın sadece Türkiye ile Yunanistan arasında denge kurması değil, bu iki ülkenin bütünlüğünü ve iç istikrarını da güvenceye aldığı gerçeğidir. Lozan’ın azınlıklar ve mübadiller hükümleri bu nedenle önemlidir. İşte bütün bu nitelikleri nedeniyle de Lozan Antlaşması’nın 100. Yılı, başta Türkiye ve Yunanistan olmak üzere bu büyük bölgedeki bütün ülkeler için önemli bir olaydır. Böyle olduğu içindir ki bir süredir, Türkiye’de ve bazı ülkelerde Lozan Antlaşması Konferansları düzenlenmektedir.
Türkiye’de, klasik “kutlama/anma etkinliği” şeklinde olan bu konferansların, doğrusu doğru kişilerle ve doğru bir yaklaşımla düzenlendiği konusunda içim pek rahat değil. Anlatayım.
22-23 Temmuz 2023 tarihlerinde, Lozan Antlaşması’nın 100. Yıldönümü nedeniyle, İsviçre’de, Antlaşmanın imzalandığı salonda, Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) adı bir kuruluş öncülüğünde, bir konferans düzenlendi. Konferansın Sonuç Bildirgesi’nde, Lozan Antlaşması’nın Kürtler tarafından hiçbir zaman kabul edilmediğine; Antlaşmanın Kürtlerin haklarını yok saydığına; bu yanlışın düzetilmesi gerektiğine işaret edilerek, Antlaşmayı imzalayan devletlerden bu durumun düzeltilmesinin, Kürtlerin de azınlık olarak kabul edilmesine destek olmalarının beklendiğini ifade ediliyor.
12-14 Haziran 2023 tarihlerinde, bu kez Yunanistan’ın başkenti Atina’da, Yunan düşünce kuruluşu ELİAMEP tarafından benzer bir Lozan Antlaşması toplantısı düzenlendi. Benim başka bir program nedeniyle katılamadığım bu toplantıya katılan bir meslektaşım, toplantının ağırlıklı konusunu “muadiller”in oluşturduğu anlattı. Doğrusu bu konunun toplantının ağırlığını oluşturması, İsviçre’deki toplantı gibi, Atina’daki toplantının da amacı hakkında kuşku uyandırıyor. Yeri gelmişken, Anadolu’daki Rumların Yunanistan’a göçü ile sonuçlanan mübadelenin, Türkiye tarafından değil, Venizelos tarafından talep edildiğini de not etmekte yarar var.
Ben bu toplantıların yarattığı kuşkuyu kafamda evirip çevirip bir yandan da “galiba yaşım ilerledikçe iyice kuşkucu oldum” diye düşünürken, Diyarbakır Barosu’ndan iki avukatın, Kürt diasporası (DİAKURD) adına, Kürtlerin haklarını gasp ettiği için Lozan Antlaşması’nın iptalini ve Kürtlere “self determinasyon-kendi kaderini tayin etme” hakkı verilmesi talebiyle Danıştay’da dava açtıkları haberiyle karşılaştım. Avukatlar yaptıkları açıklamada, Danıştay’da kaybederlerse, Anayasa Mahkemesi’ne, oradan da sonuç alamazlarsa, BM İnsan Hakları Komitesine başvuracaklarını söylemişler. Bu haberi, yukarıda sözünü ettiğim diğer iki gelişme ile birlikte düşününce, “korkarım aklıma gelen Türkiye’nin başına geliyor!” demekten kendimi alamadım.
Bunlar olurken “515 Haşimi Çetesi!” konulu bir sosyal medya paylaşımı dikkatimi çekti. Güvenirliğinden kuşku duyduğum bu tür haberleri dikkate almam ama bu defa, özellikle yukarıdaki gelişmeler ışığında, üzerinde durmaya değer budum. Bu haber, geçtiğimiz günlerde katıldığım Cem TV programındaki diğer konuşmacı, sığınmacılar konusunda gerçekten bilgili olduğunu gördüğüm, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın İlay Aksoy’un anlattıklarını doğruluyordu. Haberde, Türkiye’deki sığınmacıların kendi aralarında kurdukları bu örgütün, Suriye’deki Türk askeri varlığı ve operasyonları hakkında ABD’ye -ve tabii ki Rusya’ya- istihbarat sağladığı; gerektiğinde Türkiye’nin demografik yapısını da değiştirecek biçimde, Suriye’den ve başka yönlerden sığınmacı göçleri düzenlediği hatta sığınmacılardan yararlanarak Türkiye içinde istikrarsızlık yaratacak eylemler yürüttüğü ileri sürülüyordu.
Bir arada düşünüldüğünde bu etkinlikler, Türkiye’nin, azınlıklar ve benzeri gruplar üzerinden istikrarsızlaştırılmasına belki de bölünüp, parçalanmasına çalışıldığı veya bunun hazırlığının yapıldığı, bu nedenle Lozan Antlaşması’nın ortadan kaldırılmasının veya değiştirilmesinin amaçlandığı izlenimini veriyor.
Bu gelişmelere, ABD ve Batılı, hatta üyesi olduğumuz NATO’daki dostlarımızın! -“böyle dost, düşman başına!” demiş atalarımız- Ege’de dengeyi Türkiye aleyhine, Yunanistan lehine bozma girişimlerini de-ABD’nin Dededağaç’a yerleşmesi; askerden arındırılmış Ege adalarına, değişik gerekçelerle silah ve asker konuşlandırması; Yunanistan’ın bu adalarda Lozan’a aykırı etkinliklerine arka çıkması; nihayet, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne destek vermesi vb- ekleyelim. Yine ABD’nin yıllardır süregelen, Montreux Boğazlar Sözleşmesi rahatsızlığını ve bu Sözleşmeyi ortadan kaldırmak, hiç değilse kendisinin de taraf olacağı yeni bir sözleşme yapılmasını sağlamak yönündeki girişimlerini de gözden kaçırmayalım. Konuya bütün bu gelişmeler ışığında bakarsak, olup biteni olumlu bir gözle görmek ve değerlendirmek, doğru bir yaklaşım gibi gözükmüyor. Aksine en hafif terimi ile inanılmaz ve çok tehlikeli bir aymazlık olacağını düşündürüyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nu, böyle büyük bir aymazlık içindeki, bilgisiz ve bağnaz bir yönetimin aczinden yararlanarak bölüp, parçalayan ve paylaşan güçlerin, onlara içte ve dışta destek olan Arap, Rum, Ermeni, Kürt unsurların bütün rüyalarını gerçekleştiren Sevr Antlaşması’nı yırtıp atan Lozan Antlaşması’nın 100. yılında acaba yine aynı iştahlar mı kabardı? Biz bu filmi görmüştük. Bedeli bizim için de ağır olmuştu ama asıl, şimdi aynı filmi başa sarmaya çalışanların felaketi olmuştu. Yunanın o olayı “Küçük Asya Felaketi” olarak anması bundandır.
O filmi yeniden görmeğe can atanları uyarmak isterim.
Evet Türkiye Cumhuriyeti yeteneksiz, aymaz, kadrolar elinde son yıllarda çok yıprandı ama Türk ulusu, ülkeyi bu duruma düşürenleri, padişahları-halifeleri bile başından atıp duruma el koyduğu gibi yine ülkeye el koyar, Atatürk’ün dediği gibi, “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtarır.” ve 1919-1923 arasında yaptıklarını gerekirse bir kez daha yapar. Biz bu ülkeyi sokakta bulmadık.
Ve özellikle “dost ve müttefik!” ülkelere son bir uyarı. Başta da yazdım. Lozan Antlaşması dünyanın büyük ve en karmaşık bölümünde barışa, istikrara ve dengeye ciddi bir katkıda bulunmaktadır. Bu barışın, istikrarın ve dengenin en önemli hatta belirleyici aktörü, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti üzerinde oynanacak oyunlar bütün bölgeyi ateşe atar ve o ateşi söndürmeye kimsenin hele de her girdiği yerden, sopayı yiyip, kös kös çıkan ABD’nin gücü yetmez.
Hala Atatürk ile büyümüş bir halk ve gençlik var. Gerekirse ikinci KURTULUŞ SAVAŞINI YASARIZ.
Tebrikler.
Sayın Umar, size katılıyorum. 1919-1923'deki gibi yine silkinir şahlanırız ama henüz ufukta görünür o önder ve en azından bir Parti yok. Herkes yazı yazıyor. ?