Erdem Beliğ Zaman

Erdem Beliğ Zaman


Önce Rum’suz, sonra Ayla Karaca’sız İstanbul…

Önce Rum’suz, sonra Ayla Karaca’sız İstanbul…

Bugün 18 Mart 2022. Kıymetli sanatkârımız Ayla Karaca’nın vefatının birinci sene-i devriyesi… İnternette 17 Mart yazdığına kanmayın, 18 Mart 2021, Perşembe günü sabah saat 11 civarında aramızdan ayrıldı Ayla Hanım. Yeğeni Ani Hanım aynı gün bana acı haberi verdi. O’nu 22 Mart Pazartesi günü saat 12’de, mütevazı bir cemaatle beraber Kadıköy Uzunçayır Mezarlığı’nda toprağa verdik.

Ayla Karaca aramızdaki yaş farkına rağmen ahbabımdı; ben ise ahbaptan öte hayranıydım. Birkaç defa kendisini İzmir’de kaldığı Narlıdere’de ziyaret etmiştim. Haftada bir muhakkak telefon açardım. Hal-hatır sorar, geçmişten-bugünden konuşurduk. En kızdığı işlerden biri İnternette hakkında yazılan yanlış bilgilerdi. Üç-dört görüşmede bu bilgileri de düzelttik; neticede Ayla Hanım’ın küçük bir biyografisini hazırladım. Yayına tam sunacaktık ki her şey gözle görünmeyen bir virüs yüzünden gölgelendi…

Bir el hareketiyle hayatı durduran Covid-19, pençesini Ayla Hanım’a da geçirdi. Yoğunbakım süreci güçtü fakat Ayla Hanım zaten güçlüklerle dolu bir yaşayıştan geliyordu; atlattı. Covid-19 sonrası komplikasyonlar karşısında ise aynı direnci gösteremedi. Yorgun kalbi artık atmayı sürdüremedi…

Athina Miloharakti sanata çocuk yaşta başladı. Bir Anadolu turnesinde Ayla ismini; başka bir Anadolu turnesinde ise Karaca soyismini alarak “Ayla Karaca” oldu. Teferruatını merak edenler için Ayla Hanım’ın kısaca hayatını vefatından sonra Tiyatro Dergisi’ne yazmıştım(1).

Sonra Muammer Karaca Topluluğu ve beyaz perde derken şöhretini pekiştirdi ve yıldız aktris statüsüne yükseldi…

İkinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli günleriydi… Geceler karartmalarla daha da karanlık hâle gelirken; Beyoğlu’ndaki Ses Tiyatrosu’nda seyirciler, hiç değilse birkaç saat bu karanlıktan azade gamlarını dağıtma fırsatı buluyorlardı…“Kapan, Lüküs Hayat, Domino, Sarhoş Mehtap…” piyesleri başka âlemlerden neşeler estiriyordu…  Farklı kökenlerden gelip aynı emele hizmet eden oyuncular, en az kendilerinki kadar çeşitli renkten seyirciyi mutlu etmek için yapmadık güzellikler bırakmıyorlardı. Yıldız aktör Muammer Karaca Türk’tü, güzel Ayla Karaca Rum, düettoları ve danslarıyla göz dolduran Rober ve Mişel kardeşler Yahudi, kahkahalardan kubbeyi çınlattıran Vahi Öz Ermeni… Salonda ise bir koltukta oturan meyhaneci Vasil Bey, onun yanında terzi Hayganuş Hanım, sağında eskici Salomon Bey, solunda ev hanımı Suzan Hanım… Ne önemi vardı ki ırkın, dinin? Sahnede, salonda Türk, Rum, Ermeni, Yahudi yoktu; nereden gelirse gelsin o günlerde gülmek beraberdi, nasıl savaşa beraber ağlanıyorsa…

Savaşın “sıcağını” aşsak dahi “soğuğunda” donup kalmıştık… Soğuk Savaş’ın getirdiği 6-7 Eylül Hadiselerinden sonra zaten mübadeleyle çoğunu gönderdiğimiz kardeşlerimizden kalanları da, sırf ırklarından ve dinlerinden ötürü gitmek zorunda bırakıldılar… Birbirinin gözyaşını silen eller; birbirini tokatlamaya başlamış; birbirini öven dillerse hakarete…

Ayla Hanım da gitti… Sahneyi de beyaz perdeyi de bıraktı. Tâ Okyanus ötesinde, Brezilya’da eşi Özen Sermet’le birlikte kendine yeni bir hayat kurdu. Üniversite okudu, turizmci oldu. Ayrılık cana tak edince de ülkesine geri döndü…

1932 senesinde yazılı basının yaklaşık %20’sini meydana getiren Gayrimüslim basın, Küresel Isınmaya maruz kalan buzullar misali hızla eridi ve seneler içinde yüzdelik dilimin dışına düştü… Sağ-sol ayağına kardeş kardeşi yedi bitirdi; baba oğlu. Askerî ihtilâllerle demokrasinin de üstünden geçildi. Gene başka bir askerî darbeyle verilen haklar bu defa geri alındı.

Bıraktığınız yerinde olduğu gibi durur mu hiç? Değişim denen olgunun varlığını kabullenmek güç olmasa keşke… Ayla Karaca da bambaşka bir Türkiye’ye dönmüştür. Tiyatrosuz, televizyonlu, özel sektörlü bir Türkiye… Bu “yeni” Türkiye hiç değilse milenyuma kadar tekrar oyunculuğa dönmeye tereddütle yaklaşmasına sebebiyet verecekti. Döndüğündeyse yeniden çok beğenilmesine!

Sonra yıllar bindi sırtına omzuna Ayla Hanım’ın; yaş kendini gösterdi ve bu sefer yurdunda inzivaya çekildi. Tâ ki geçen yılki vefatına kadar…

Buraya kadar Ayla Karaca’dan bahsettik… Diyeceksiniz ki İstanbul hikâyenin neresinde? O başlıktaki İstanbul’un şimdi hikâyede bile değil masalda kaldığı bir yana aslında Ayla Karaca’nın hikâyesi İstanbul’un da hikâyesiydi…

Nasıl mı?

Önce Rumlar bıraktı İstanbul’u, sonra Ayla Karaca… Daha sonra bırakanları düşünmek bile istemiyorum! Arada, sempatik sahne sanatkârlarımız Muammer Karaca, Vasfi Rıza Zobu, Tevhid Bilge, Muzaffer Hepgüler gittiler… Ve yavaş yavaş o beraber ağlayışlar, beraber gülüşler de bittiler… İnadına kusur bulmak adına farklılıkların altını eştik.. Bir olalım derken ne yazık ki daha da ayrı düştük. Nüfusumuz arttı; İstanbul şehri yirmi milyona dayandı… Ama artış nüfusta kaldı; iyiliklere pek yansımadı. Bu şehirde hemen her gün Avrupa’dan Asya’ya, Asya’dan Avrupa’ya geçmekteyiz… Ama yüz yüze baktığımız insanın dahi gönlüne geçememekteyiz… “Sen şusun, busun..” daha da kızdık mı “Git, bu ülkeden!” demekte; ötelemekteyiz! Bu kadar mı uzaklaştık insanlıktan? Erdem, cevabını bildiğin soruları lütfen sorma!

Kıymetli sanatçımız Ayla Karaca’ya rahmet; saygıdeğer yeğenlerine de tekrar tekrar başsağlığı dilerim.

 

(1) https://tiyatrodergisi.com.tr/erdem-belig-zaman-yazdi-kozmopolit-modern-turkiyenin-ornek-bir-ferdiydi-atina-ayla-karaca-tosun/

telif

Makale Yorumları

  • Harika BALTA18-03-2022 13:54

    Mükemmel tespitler harika bir yazı olmuş

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar