İstanbul
Kapalı
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
36,5894 %0.09
40,0693 %1.09
3.432,17 % 1,09
82.854,28 %5.358
Ara

Hazım kriteri

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Hazım kriteri

2000’li yılların başında Türkiye AB üyeliği için bastırdığında, AB tarafının geliştirdiği bahane hazım kriteriydi. “Siz çok büyüksünüz, sizin çok fazla iç sorununuz var, sizin komşularınız çok sorunlu ülkeler, vs. dolayısı ile sizi hazmetmemiz çok zor, biraz daha bekleyin, sizi hazmedebilmemiz için bize vakit tanıyın.”

Bu doğrultuda Türkiye ile AB arasında tam üyelik müzakerelerinin başladığı 3 Ekim 2005 tarihinde yayınlanan müzakere çerçeve belgesi de hazım kriteri ile ilgili duyulan şüpheleri dile getirmekten kaçınmayacaktı. “….müzakerelerin ucu açık olacak, Türkiye müzakerelerin sonunda tam üye olamasa da, mutlak surette Türkiye’nin AB limanına çıpa atması sağlanacak.” Ayrıca ileride bahane olarak kullanabilmek gayesi ile bir menfi tespit cümlesine de meşhur Kopenhag kriterleri ile ilgili olarak yer veriliyordu: “Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlanması için, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine yeterince uyum sağladığı anlaşılmıştır.” Yeterince kelimesi, tam olarak uyum sağlanmadığının tespiti olmaktan öteye geçmiyordu.

Ardından onların bizi almak niyetinde olmadığı, bizim de girecekmiş gibi davranmaktan öteye adım atmadığımız anlaşıldığı oranda, Kopenhag kriterlerinin yerini Ankara kriterleri aldı, karşı tarafın da hazımsızlık çekmesine gerek kalmadı.

Üniversitelerde ders verirken ünlü filozof Hegel’in “her dönemin ruhu vardır” sözüne referansla “paradigma (algı anlamında) değişir, her şey değişir” ifadesini çokça kullanırdım. Bizim AB ile tam üyelik müzakerelerine başlayıp da Avrupa Komisyonu koridorlarında aday ülke statüsünden çıkartılıp, iyi komşuluk ilişkileri statüsüne indirgendiğimizi üzülerek müşahede ettim. O günün paradigması, iyi komşuluk ilişkisinin ötesinde, kötü komşuluğu işaret eder nitelikteydi.

Peki ya bugün?

Trump 2.0 dönemi başladı ve bütün AB sistemi alt üst oldu. Yeni bir paradigma ile karşı karşıya geldiğimiz kesin. Bu durumu başta TÜSİAD Başkanları, ardından bir televizyon programında görüşlerini izlediğim DEİK/Türkiye Avrupa İş Konseyleri Koordinatör başkanı Mehmet Ali Yalçındağ’ın ifadelerinde vurgulandığına tanıklık ettim.

TÜSİAD Başkanları Türkiye’nin bekasının (mealen) Ankara kriterlerini bırakıp, Kopenhag kriterlerine dönmekten geçtiğini vurguladılar. Haklarında yaşananlar ve suçlamalar malum. Yalçındağ ise işin iç siyasetine girmeden, Türkiye’nin AB için artan önemini 3 ana başlıkta ön plana çıkarttı.

Askeri stratejik önem, enerji stratejik önem ve nihayet lojistik önem.

Trump’ın işi NATO’nun dağılmasına kadar götürebilecek yaklaşımları, AB’nin kendi silahlarına ve ordusuna sahip olması gerektiği görüşünü yeniden canlandırıyor. 2000’li yılların başında çokça tartıştığımız Avrupa Savunma ve Güvenlik Kimliği (ASGK), Amerikalıların silahlarını ve Türk ordusunu, ne Amerikalılara ne de Türklere yetki tanımaksızın kullanma hevesiydi. Doğal olarak ne ABD ne de Türkiye bu kadar saf olmadıkları için proje amacına ulaşamadı. Sonuçta göstermelik düzeyde 60 bin kişilik, ne işe yaradığı pek de anlaşılmayan bir Avrupa ordusunun kurulması ile yetinildi. Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte 2. Dünya Savaşından bu yana ilk kez savaş tehdidini sınırlarında yaşayan AB ülkeleri, savunma ve güvenlik meselelerine bu kez daha gerçekçi yaklaşacaklar mı? Kendi savunma sanayilerine son yıllarda yoğun yatırımlar yaptıkları, ancak ABD silahlarını ikame edecek düzeye gelebilmeleri için daha en az 10 yıla ihtiyaç duydukları anlatılanlar arasında. Haydi silahlar o mertebeye çıktı varsayalım, savaşacak kara ordusu nerede? Şu an için NATO’nun ikinci büyük ordusu Türkiye’ye fazlası ile ihtiyaç duyulmuyor mu?

Gelelim enerji güvenliği meselesine. Savaş süresince Rusya’ya uygulanan enerji ambargoları en fazla AB’nin lokomotif gücü Almanya’yı vurdu. Hani Trump’ın Ukrayna nadir madenlerine konmak için söylediği “size çok para verdik, çok zarar ettik, şimdi bunu tazmin etmeniz gerekir!” sözlerine inanmayın. ABD bu süreçte likit (LPG) haline dönüştürülmüş kaya gazını fahiş fiyatla AB ülkelerine sattı ve Ukrayna’ya yaptığı yardımın çok daha fazlasını büyük ihtimalle kar hanesine yazdı. Gelinen noktada eğer savaş biter ve eğer gidecek kanallar bulunursa, başta Almanya olmak üzere diğer AB ülkeleri de çok daha ucuz Rus doğal gazına ulaşma imkanı ile rahat bir nefes alabilirler. Ancak Ukrayna’nın kendi topraklarından transit olarak geçen doğal gaz anlaşmasını yenilemeyecek olduğunu beyan etmesi, bütün gözlerin Türkiye’ye çevrilmesine neden oldu. Sadece Rus doğal gazı değil, Hazar’ın gerisinden başlayarak, Azeri doğal gazı. Akdeniz havzasındaki doğal gaz kaynakları ile birleşerek AB ülkelerine ulaşmasında Türkiye kilit ülke statüsüne yükseliyor.

Gelelim lojistik meselesine. Pandemi süreci Avrupa ekonomilerini tedarik zincirinin sürekliliği anlamında fazlasıyla zora soktu. Bütün AB ülkelerinden Çin’e, Çin’den AB ülkelerine uzanan güzergahtaki ülkeler mesafeler, geçiş engelleri, yeterince TIR şoförü bulamamak gibi sorunlarla uğraşırlarken Rusya ile Ukrayna arasında savaşın patlaması ile birlikte Kuzey koridorunu kaybettiler. Hindistan üstünden İsrail bağlantılı Güney koridoru projesi de İsrail Hamas savaşı ile imkansız hale geldi. Şu anda tek kullanılabilir güzergah Türkiye’nin merkezinde yer aldığı orta koridor. Diğer ifadesi ile AB’nin tedarik zincirinin güvencesi Türkiye.

Bu verilerin ışığında AB’nin Türkiye aşkının giderek alevlendiği bir döneme girdiğimiz şaşırtıcı mı? Diğer ifadesi ile dönemin ruhu değişmedi mi?

Hani Ankara kriterlerinin yerine tekrar Kopenhag kriterlerine dönebilsek, “AB’yi nasıl hazmedebiliriz?” sorusunun keyfini yaşayabiliriz.

İnsan umut ettiği sürece yaşıyormuş.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *