TÜSİAD konuştu, İKV neden suskun?

Geçtiğimiz haftanın en sansasyonel olgusu, TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın yaptığı konuşma ve çektiği tepkilerdi. Turan aslında hemen her gün yüksek sesle dile getirilen tepkileri, derli toplu bir manzume haline getirerek kamuoyunun gündemine taşıdı.
TÜSİAD’a iki cepheden tepkiler geldi. “Daha önceleri nerelerdeydiniz? Neden şimdiye kadar sessiz kaldınız?” diyenler birinci cepheyi oluştururken, ikinci cephe hiç şaşırtıcı olmayan iktidar cenahından geldi ve sonuçta Turan hakkında jet hızıyla soruşturma başlatıldı.
Şimdiye kadar sessiz kalmaları anlaşılabilir bir durum aslında. Daha önce en küçük bir eleştiri girişiminde bile çok şiddetli tepkiyle karşı karşıya gelen iş dünyası, sürekli olarak iş kaybetme endişesi ile suskun kalmayı tercih etti. Peki neden şimdi sorusuna verilecek yanıtsa, herhalde artık korkunun ecele faydasının olmadığının anlaşılması olsa gerek. Bozulan siyesi ve hukuki ortam yanlış ekonomi politikalarla bir araya gelince sermayenin hareket edemez noktaya gelmesine yol açtı. Sürekli yaşanan belirsizlikler, öngörülemezliği ve plan yapamama olgusunu tetikledi. İçinden geçilen dönemde dünya çapında yaşanmakta olan belirsizliklere daha da ağır şekilde ülkemizin akıl ötesi davranışlarının tetiklediği ilave belirsizlikler de ekleyince, Türkiye bırakın yabancı yatırımcı ve beraberinde getireceği teknoloji transferlerini çekmeyi, mevcutları bile kaçırır hale geldi.
Esas çıkış yolu olarak da Turan’ın vurguladığı ana nokta, Türkiye’nin AB sürecine tekrar dönmesi noktasıydı. Türkiye’nin AB üyesi olacağına yönelik inancın yüksek olduğu dönem içinde Türkiye’ye yabancı sermaye girişi tavan yapmıştı. Sebep arka plandaki Kopenhag siyesi ve ekonomik kriterleriydi Buna göre AB’ye girme hedefi olan bir ülkenin hiçbir hükümeti Siyasi kriterler olan insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi yolundan çıkamaz, mantık dışı ekonomi politika uygulamaları yoluna gidemezdi. Dönemin Fransa Devlet Başkanı Sarkozy ile Almanya Merkel iç politikaya oynayarak, “biz burada olduğumuz sürece Türkiye tam üye olamaz!” dediklerinde umutlar giderek yok oldu. İktidarımız da Kopenhag kriterlerinden yan çizip, Ankara kriterlerine dönüş yaptı.
Esasen TÜSİAD Başkanının açıklamalarından benim anladığım, “Ankara kriterlerini bırakalım, tekrar Kopenhag kriterlerine dönelim!” şeklinde.
Peki TÜSİAD bu açıklamaları yaparken, iş dünyasının AB konularındaki en önemli kurumu olan ve benim de AB konularında ciddi uzmanlık bilgilerine sahip olmamı sağlayan, 7 yıl bünyesinde çalıştığım İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) neden suskun. “Acaba yeni bir TOBB-TÜSİAD çatışması ile mi karşı karşıyayız?” diye sormadan geçemiyorum. İKV esas itibarı ile TOBB ve TÜSİAD’ın birlikte kurdukları bir kurum. Yıllarca küçük sermaye ile büyük sermaye arasındaki çıkar çatışması çalıştığım yıllar boyunca hiç gündemden düşmemiş, ortaya çıkan sorunların aşılmasında hürmetle andığım toprağı bol olsun Jak Kamhi ile rahmetli Genel Sekreterimiz Haluk Ceyhan’ın katkıları büyük olmuş, İKV o dönemin en saygın sivil toplum örgütlerinden bir tanesi olmuştu.
Günümüz İKV’sinin eğer hala AB ümidi varsa; ki bana göre olması gerekiyor, TÜSİAD kadar cesur olmasa da misyonu uğruna çıkıp biraz konuşması gerekiyor. Gerekirse büyük ihtimalle ayak bağı olan TOBB’u daha cesur olmaya ikna etmesi de gerekiyor.
Gelelim AB umudu hala var mı? sorusuna. Yine geçen haftanın ve içinde bulunduğumuz günlerin en dikkat çekici konusu 24 Şubat itibarı ile 3üncü yılını tamamlayacak Rusya-Ukrayna savaşının bitip bitmeyeceği konusu. Trump tek muhatap olarak Putin’i görüyor, el altından Zelensky’yi tehdit ederek, aklını başına almazsan yer altı kaynaklarına da savaş tazminatı olarak konarım tehdidini savuruyor. Riyad’da yapılan görüşmelerde savaşın tarafı olan Ukrayna yer almazken, yanı başındaki savaşın bütün tehditleri ile karşı karşıya gelen AB’de ne Trump ne de Putin tarafından muhatap olarak kabul görmüyor.
Sonrasında büyük olasılıkla NATO’nun geleceğini, Avrupa’nın güvenliğini tartışır hale geleceğiz. NATO’suz bir Avrupa güvenliğini Türkiye’den başka temin edecek bir ülke yok. Ankara kriterlerinden Kopenhag kriterlerine en azından yapıyormuş gibi bile yapsak, çok daha akılca bir sürecin kapısını aralarız gibi geliyor.
Olur mu?
Olmasını arzu ediyorum.
Gerçekçi mi?
Bilemiyorum. Dünya’nın açık hava tımarhanesine döndüğü ve reçeteyi de en zır delilerin yazdığı günümüzde, ne desek boş gibi.