Sürtüğün ve çürüğün kıymeti
Yaşamaktan bezmek hatta iğrenmek mi istiyorsunuz? İnanınız Türkiye’de bundan kolayı yoktur. Şöyle birkaç dakika siyaset büyüklerinin beyanlarını dinleyiniz, kâfi! İlk saniyelerden itibaren bezer, dakikalar ilerledikçe iğrenirsiniz… Fakat dinlerken yanınızda küçük çocuklar varsa lütfen oradan uzaklaştırınız çünkü zaman zaman bu ağızlardan duymamaları gereken laflar çıkabilir…
Şanzımanı dağılmışlar, şeref yoksunları, haysiyetsizler, teröristler, vatan hainleri, kökü dışarıdakiler, çürükler ve dün itibariyle sürtükler; bu “en hafif ifadeyle” hakaretlerden sadece birkaçıdır…
“Yakışıyor mu?, Söyleyenler kendilerine yakıştırıyor mu?, Muhatapları üzerlerine alınıyor mu?..”… Sınav fobim olduğundan sorduğum soruların hiçbirini cevaplandırmayacağım. Ayrıca görünen köy de ortada… Yalnız aklıma yıllar evvelinden bir anekdot geldi, sizinle bu anekdotu paylaşmak isterim.
Şimdi lisede edebiyat dersi gören öğrencilerin sınavları geçmek için ezberledikleri bir isim vardır: Aka Gündüz… Öyle ezberlenip geçilecek isimlerden değildir esasında; Türkçeyi roman diline uyduranlardan, Türk halkına roman sevgisini aşılayanlardandır! Daha da anlatayım mı Aka Bey’i? İnanılmaz derecede velut bir romancı (ki bir iddiasına göre bir günde yazdığı romanları dahi vardır), ortanın biraz altında bir şair ve piyes yazarı…
Neyse, işte bu Aka Gündüz, vaktiyle çok satan, Alay isminde bir mizah dergisi çıkarıyordu… Dergide, bir gün, Sadrazam Sait Paşa’ya eleştirel tavırla açık mektup yazar. Sadrazam efendi aşina olduğumuz üzere eleştirel mektubu beğenmez. Beğenmemekle de kalmaz, “Aka mıdır, kaka mıdır, kimdir bu herif?”, diye de karşısındakini rencide edici bir çıkışta bulunur. Aka Gündüz, bir başka açık mektubunda, sadrazam efendiye şu parmak ısırtan cevabı verir, “Aka’dır ama, sizin ağzınıza kaka daha layıktır!”…
Tarihimiz bu gibi baskılarla doludur ve ne yalan söyleyeyim hayatını devam ettirebilmiş olan Aka Gündüz aralarında en şanslılarından biridir… Ya Şair Nefi gibi öldürülseydi? Ya da Namık Kemal gibi sürgün ellerinde hayata veda etseydi?...
Bugün yere göğe koyamadıkları Ⅱ. Abdülhamid’in hayatının evhamı yüzünden Yıldız Sarayı’ndaki bitişik iki odada geçtiğini şöyle koyunuz, kendisini azıcık eleştirenleri bile sürgünlerde telef ettiği bir hakikatti! Birçok devir aydını, yaşamak ve özgürce fikirlerini ifade edebilmek için Mısır gibi o günlerde Osmanlı Devleti yönetiminden çıkmış yerlere kaçıyorlardı. Şair Eşref’in, kendisinin de bir dönem yaşamak zorunda kaldığı Mısır üzerinden Ⅱ. Abdülhamid’i hedef aldığı şöyle bir hicvi de vardır:
“Vakt-i fırsat gözetir Şâh-ı cihan,
Tutar elbette elinden kaçanı.
Yine sâhip olur inşâallah,
Mısır’ın kaldı elinde koçanı!”
“Şâh-ı cihan” dediği Ⅱ. Abdülhamid tabii ki…
İşte asırlardır hâl böyleyken alışınız demiyorum elbette lâkin kahrolmayın, esef etmeyin de… Coğrafyamızda böyle hakaretler maalesef duyulmuştur, duyulmaktadır ve duyulacaktır da… Mühim olan sizin hakarete verdiğiniz kıymettir…
Mesela görüyorum ki çürük ve sürtük ithamlarını hakaret değil de onur nişanesi olarak kabul edenler var…
Semt pazarlarında bile çürük sebze ve meyvanın değeri on liradan aşağı değilken; her tarafı betonla örtülen ve daha da örtülmek istenen şehrin göbeğindeki birkaç ağaç uğruna hareketlendikleri için çürük ve sürtük olarak nitelendirilen milyonlarca insanın kıymetini gönül kantarınızda tartıp siz takdir ediniz lütfen!