İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4667 %-0.05
36,5241 %-0.22
3.501.531 %2.297
3.071,15 0,58
Ara

Voleybolcuların öğrettiği: Bize imece ruhu gerek

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Voleybolcuların öğrettiği: Bize imece ruhu gerek

Bu yazıyı Türkiye-Sırbistan Avrupa şampiyonluğu final maçı başlamadan yazıyorum. Çünkü benim için maç çoktan bitti ve Türkiye kazandı!

Türkiye derken Türkiye kadın milli voleybol takımını kastetmiyorum. Türkiye adlı ülkeyi, vatanımızı kastediyorum.

Sonuç ne olursa olsun Türkiye kazandı diye düşünüyorum. Çünkü, diyorum, bazı durumlarda süreç sonuçtan daha önemlidir. Sonuç kayda geçer, ama biter; süreç ise sürebilir.

Ve o süreçle çok güzel yerlere gidilebilir.

Oysa bir süredir moraller çok bozuktu, önemli bir çoğunluk bulunduğumuz yerden ancak çok daha kötü yerlere gidilebileceğini düşünmeye başlamıştı.

Süreçten kastım, Türkiye’ye bu zaferi getiren ekibin yakaladığı “hava”. Bu hava bana, bir maçın sınırlarını çok aşan bazı değerleri hatırlatıyordu: Buna pek çok ad verebilirsiniz: Birlikte çalışma kıvancı, kaybederken bile gülebilme özgüveni, gözlere yansıyan sevgi, çalışma arkadaşlarına tam güven, herkesten yeteneğine göre alıp, herkese hakşinasça verilen övünç payı.

Oyuncular maçlardan sonra, bir şeyi, hep birlikte, elele vererek başarmanın sevincini yansıtıyorlardı.

Bencilliğin, tamahkarlığın, kapkaççılığın tam tersi. Birlikteliğin, dayanışmanın, paylaşmanın doruğu….

Ben buna “imece ruhu” diyorum.

Dünyayı etiyle, kemiğiyle ve ruhuyla ele geçirmiş olan Neoliberal Kapitalizm bu ruhu hiç sevmiyor. Onun yerine, kendine tapınmayı din haline getirmeyi, imece yapabileceğiniz insanlardan kaçmayı ve saklanmayı öğütlüyor.

BAĞBOZUMUNDA İMECE

Geçen hafta adada bağbozumu günleriydi. Bizim minik bağın olduğu “mevki”de, benzer büyüklükte bağlara sahip beş on aileyiz. Çoğu emekli ya da yarı emekli akademisyenler, memurlar, meslek sahipleri… Bağları, tek kişinin bakması için büyük, ama parayla yardımcı tutulamayacak kadar küçük.

O yüzden bağbozumunu imece usulüyle yapıyoruz. Yani, üç beş kişi, gönüllü olarak, isteyen arkadaşın bağına gidip üzümleri kesiyor, taneliyor, presliyoruz. Bu arada tabii, gırgır, takılma, şamatra gırla… Hem eğleniyor, hem üretiyoruz. Aramızda hiçbir rekabet yok. “Az çalıştın çok çalıştın!” sitemi yok.

Zaman su gibi akıyor, iş çabucak bitiyor.

Başkası için değil herkes için çalışıyoruz. Belki tarım sektöründe büyük aile düzeni sürerken “çalışma” biraz böyleydi. İnsanın kendisine rağmen yaptığı bir şey değil, kendisi için de yaptığı bir şeydi.

Sanayi toplumunda “iş”, emek veren insandan tamamen koptu, angaryaya dönüştü. Burada binlerce sayfalık “yabancılaşma” literatürüne girmek istemiyorum. Emekçilerin ürettikleri “mal” onların olmak bir yana, en büyük düşmanları haline geldi…

Bizim bağbozumunda, geçen hasattan beri kullanılmayan salkım ayıklama makinesinin bozulduğu ortaya çıktı. Arkadaşlar (İki akademisyen, bir doktor, bir makine mühendisi, bir kaptan, bir şoför, bir emekli memur) işin içinden çıkamadılar.

Ben hiç karışmadım; anlamadığım işlere karışmamak ilkelerimden biridir. Derken, iş sürüncemeye dönüşmüşken, güçlü kuvvetli bir genç aktör arkadaşımız geldi, dönmeyen kola bir yüklendi, çatır çatır çalışmaya başladı.

Zor oyunu bozar dedikleri bu olsa gerek.

Sonrasında çok güldük ve eğlendik!

Bizim voleybolcu kızların gülüp eğlendikleri gibi.

Bu sefer şarkı söyleyip dans edemedik ama çok yakında onu da yaparız. Erik Dalı’nı bile oynarız. Böylece üretim döngüsü tamamlanır. Tıpkı eski bağbozumlarında olduğu gibi.

YENİ DÜNYADA İMECE

Şunu demek istiyorum: İşlerin bu kadar sıkıcı, çalışma yerlerini bu kadar boğucu, çalışanların bu kadar yalıtılmış, ilişkilerin bu kadar hiyerarşik ve yapay olması şart mı? Çalışanları bilgisayar ekranlı ufak bölmelere tıkmak ya da evden çalışıyor numarasıyla odalara kapatmak gaddarlık değil mi?

Birlikte yaşayanların en azından bazı işlerini arkadaşları ve komşularıyla imece ruhu içinde yapmaları olanaksız mı?

İnsanların yaptığı birçok iş artık robotlar tarafından üstlenildiğine ve boşalan insanlara yeni iş alanları arandığına göre, bu yeni alanlarda “imece ruhu” bir faktör olarak ele alınamaz mı? Sadece iş yerlerinde değil, gündelik yaşam alanlarında da.

Çağımızın en büyük sorunları arasına giren yalnızlık ve kuşakların kopukluğu sorunlarına buradan da çözümler aranamaz mI?

Bu söylediklerim kimilerine çok naif ve romantik zırvalar olarak görünebilir ama şunu unutmasınlar:

İçinde bulunduğumuz büyük “değişim”, “dönüşüm”, hatta “başkalaşım” o kadar hızlı ilerliyor ki, artık her türlü seçeneği düşünmenin zamanıdır. Yarın çok geç olacaktır, çünkü yarın artık bugündür! Hatta biraz da dündür!

Photo source: https://www.ntv.com.tr/sporskor/fivb-milletler-ligi-turkiye-3-1-sirbistan-mac-sonucu,O-5vw9mWUUmFb6yhQuuhrg

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *