Üzerine gökkuşağı doğan toplumlar
Dünya her dönemde üzerinde yaşayan toplumlar tarafından bir şeklide paylaşıldı ve yönetildi. Sınırlar sayısız kere yeniden çizildi, bozuldu. Kimi zaman savaş ve istilalar, kimi zaman da doğa olayları, açlık, kıtlık, göçler, sürgünler ve inanç çatışmalarının sonucu olarak bugün yaşadığımız dünyada bir çok ülkenin nüfusu birden çok dil, inanç ve etnik kökene sahip halklardan oluşmakta.
Bu süreç, ülkelerin sosyoekonomik ve sosyokültürel gelişim süreçlerine göre farklı yaşanmıştır. Ekonomik ve demokratik alanlarda geri kalmış ülkelerde genellikle sayısal ve etkinlik anlamında hakim milletin kendi kültür ve inancını yani kimliğini tüm topluma dayatması, asimile etme, yok sayma politikası olarak yürütülmeye çalışılması şeklinde olmuş, ülke kaynakları genellikle bu farklılıklar esas alınarak dağıtılmıştır. Yönetimde temsil adaletsizliği ve sosyal alanlardaki baskılar diğer sorunlu alanlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Bir türlü aşama kaydedemeyen demokrasi, artmayan ve adil dağılmayan ekonomik refah ve tüm bunların bir sonucu olarak ortaya çıkan hak arama mücadeleleri de her zaman baskı, şiddet ve çatışma olarak karşılık bulmaktadır.
Birden fazla etnik kökenden halkları barındıran toplumları bir arada huzur içinde tutabilmenin ön koşulu ülke kaynaklarının eşit dağılımı, kültürel değerlerin eşit görülmesi ve temsilde adaletin gözetilmesidir. Bir etnik grubun tahakkümünün yönetimin politikası olmamasıdır.
Bu çok renkli yapıyı bir zenginlik olarak görüp, demokrasiden ödün vermeden, kimliklere, inançlara genel olarak kültürlere saygılı olma çizgisinden ayrılmadan bir arada refah üreterek yaşayabilen ülkeler olduğu gibi, sistematik asimilasyon, bastırma ve yok sayma politikaları izleyen ülkelerin varlığı da bilinmekte.
Bunu başarı ile uygulayabilen ülkelerden belki de başta geleni İsviçre olmuştur. Birden fazla etnik kökene sahip halklardan oluşan İsviçre’de bir etnik kökenin diğerine üstünlüğü yoktur. Temsilde çoğunluğun hakimiyeti yerine çoğulculuk olarak adlandırılan çoğunluğun mutlak hakimiyetini reddeden, azınlıktakilerin siyasal ve kültürel haklarının kabul edilmesi gerektiğini savunan demokrasi anlayışının uygulandığı ülkelerin belki de başında gelir İsviçre.
Avrupa’dan verilen örnek bizi ekonomik refahı bir arada barış içinde yaşamanın bir ön koşulu gibi görme yanılgısına düşürmemelidir. Önemli olanın farklı etnik kökenden gelen grupların kendini her alanda güvende ve eşit hissetmeleridir. Bunun başta anayasa olmak üzere yasalarla güvence altına alınabilmesidir. Az ya da çok olması fark etmeksizin tüm ülke kaynaklarının sadece bir baskın etnik grubun inisiyatifinde olması ve bu olanakların adil olmayan bir şekilde dağılması er ya da geç etnik çatışmalara neden olacaktır.
Sonuç olarak bu geri kalmış ekonomi ve demokrasi sarmalına giren ülkelerin tamamı başka bir sarmal ile karşılaşmakta. Sayıca ve etkinlik olarak azınlıkta olan halkların var olma, hak arama mücadelesi ile hakim gücün bastırma çabası ve bir türlü huzur ve refahı bulamayan ülkeler.