İstanbul
Açık
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,8129 %0.01
37,4543 %0.33
104.943,98 %2.935
3.178,46 0,25
Ara

Ağrı Dağı efsanesi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Ağrı Dağı efsanesi

Dışarıdaki gürültüler iyice artınca, pencereye yaklaştı. Sol gözünü cama yaklaştırıp, dışarıya baktı.Duydukları doğruydu. Dün gece bir iki dostu, “dikkatli ol, yarın öğlen mapusaneyi basıp, seni paralamaya çalışacaklar” demişti. Gelmişlerdi ve şimdi oradaydılar işte. Bağıran, ellerindeki sopalarla duvarlara, kapılara, pencerelere vurup duran insanlar avluyu doldurmuştu. Bir ara kaymakamı da gördü. Kollarını havaya kaldırmış, hapisaneye saldıranları durdurmaya çalışıyordu.

Biraz geri çekildi. Soluklandı. Yeniden baktığında kaymakamın gözden kaybolduğunu fark etti. Kaymakamı savurup atan kalabalığın akın akın cezaevi avlusuna doluştuklarını gördü. Derken, o kalabalık içindeki bazılarının ellerinde parıl parıl parlayan bıçaklar olduğunu da gördü. İçi daraldı. Daldı...

Bıçak. Kendini bildi bileli hep karşısına çıkan o uğursuz, o soğuk, o karanlık çelik. Can korkusunu unuttu. Daldı gitti…

Köyde bir kurban bayramı. Koyunlar kesilmiş. Eniştesi, ağaca asılmış kurbanlıkları yüzüyor. Köyün öteki çocuklarıyla birlikte o da ağaca biraz daha yaklaşıyor.

Enişte işini görürken, kan ve yağ ile iyice kayganlaşmış olan keskin bıçak bir anda elinden fırlıyor ve vınılayarak gelip, onun o masum çocuk gözüne saplanıyor. İnceden bir çocuk çığlığı duyuluyor. Bitti…

Yeniden dışarıya baktı. Hapishane avlusu şimdi daha da kalabalıklaşmıştı. Derken, adamlar jandarmayı yarıp, kapıyı zorlamaya başladılar. Bazılarının namaz kılmaya başladıklarını gördü. Parıldayan bıçaklar ve secdeye varmış adamlar. Yine içi daraldı, yine daldı…

Köy camisinde, babası ve ağabeyiyle birlikte namaz kılmışlar. Babasıyla ağabeyinin tam ortasında duruyor. Namaz bitmiş. Ağabeyi ansızın ayağa kalkıyor. Babasının arkasına geçiyor. Elinde bir bıçak beliriyor. Bıçak defalarca babasının vücuduna saplanıyor. Babası yavaşça yere uzanıyor. Çocuk bu kez çığlık atamıyor. Konuşamıyor. Bitti…

Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Türk edebiyatının efsanesi Yaşar Kemal, küçücük bir çocukken halasının eşinin kurban keserken elinden fırlayan bıçağın saplanmasıyla gözünün birini kaybetti. Belki de çok küçük olması nedeniyle bu kazayı fazla önemsemedi. Daha sonraları, “bu sayede dünyaya çok daha dikkatle bakar oldum” diye konuştu.

Nedir, bir iki yıl sonra karşılaştığı bir başka olay, Yaşar Kemal’i derinden sarstı. Göç ederken yolda bulup evlat edindikleri Yusuf adlı ağabeyi, camide namaz kılarlarken, o sıralarda beş altı yaşlarında olan Yaşar Kemal’in gözleri önünde babaları Sadık Bey’i bıçaklayarak öldürdü. 

Babasının gözlerinin önünde hem de ağabeyi tarafından öldürülmesine tanık olan Yaşar Kemal, yıllarca bunun etkisinden kurtulamadı. O gece sabaha kadar “içim acıyor” diye ağladı. Sabah olunca sustu. Bu suskunluğu tam yedi yıl sürdü. Yaşar Kemal yedi yıl boyunca neredeyse hiç konuşamadı.

On yedi yaşındayken sol fikirlerle tanıştı ve yine aynı yaşında ilk tutukluluğunu yaşadı. Çıktı. Askere gitti. Tezkereden sonra memleketi Kadirli’ye döndü. Adliye önünde dilekçe yazan bir ‘arzuhalci’ oldu.

1950’de başlayan ‘komünist avı’ sırasında gözaltına alındı.

Cezaevindeyken linç edilmek istendi. 1950 Nisan ayında kalabalık bir grup cezaevini bastı ve Yaşar Kemal’in hücresine girmek istedi. Kendilerine engel olmak isteyen kaymakam Ahmet Aydın Bolak’ı saçlarından çekip, uzaklaştırdılar. Jandarma komutanı Yaşar Kemal’i askerlerin kaldığı ikinci kata kaçırdı. Sonra da baskıncılara Yaşar Kemal’in Kozan Cezaevi’ne gönderildiğini söyleyerek ve aynı zamanda silahını da çekerek, onu muhtemel bir linçten kurtardı.

Hapisten 1951’de çıktı. İstanbul’a gitti. Burada da arzuhalci olarak çalışmak istedi ama olmadı. Parasız kaldı. Gülhane parkında bir ağaç altında gazete kağıtlarından yaptığı bir ‘yatak’ta barındı. Adana’da tanıştığı Abidin Dino’nun yardımıyla girdiği Cumhuriyet Gazetesi’nde röportajcı olarak çalıştı.

Sonra kendisini dünya çapında üne kavuşturan İnce Memed’i yazdı. Nedir, tehdit ve baskılar nedeniyle kitap uzun bir süre Türkiye’de piyasaya çıkamadı. 

Sonra ortaya üç yürekli kadın çıktı. Bu üç korkusuz kadın, yani Yaşar Kemal’in eşi Tilda Yaşar, Münevver Andaç ve Güzin Dino, İnce Memed’i İngilizce’ye çevirdiler. Romanı yurtdışına çıkardılar ve böylece dünya İnce Memed’i, Yaşar Kemal’i, Türk edebiyatını tanıdı.

İnce Memed, seksen üç dile çevrildi. Binlerce kez basıldı. Filme çekildi. Böylece ta İzlanda’nın, Finlandiya’nın, Küba’nın, Afrika ve Asya’nın en ücra köşelerindeki insanlar, Toros dağlarını, deli deli akan Savrun suyunu, Anavarza kayalıklarını, Van Denizi’nin efsunlu peri kızlarını, lavanta mavisi unutmabeni çiçeklerini, hemencecik darılan küstümotlarını bir tamam öğrendi.

Yaşar Kemal Toroslarda bir sarıçam oldu. Hapisane avlularında iğde ağacı oldu. Hastane önlerinde incir ağacı oldu. Gülhane Parkında bir ceviz ağacı oldu. Bizans’ın, Osmanlı’nın kadim İstanbul’unda asırlık çınar oldu.

Hangi ağaç olursa olsun, başı hep göğe erdi…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *