İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,4679 %-0.04
36,6762 %0.23
3.511.629 %2.251
3.057,91 0,15
Ara

Bir Pazar günü ıssız bir şehirde

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Bir Pazar günü ıssız bir şehirde

Pazar öğleye doğru Edam sokaklarını arşınlıyoruz. Derler ya, in cin top oynuyor sanki. Sokaklar bomboş, dükkanlar kapalı.
Refah toplumu olmak böyle bir şey herhalde.


Benzer bir durumu Oslo’da da yaşamıştım birkaç sene önce. Koca şehirde sanki üç beş kişi yaşıyormuş gibiydi. Taksi bulmak imkansız, belediye otobüsüne bineceğiz, biletimiz yok. “Cezalı olarak fazla da isteseler nakit veririz” deyip bindik birisine.
Tatilini Türkiye’de beş yıldızlı bir otelde geçirmiş şoför Norman bir süre önce.
Gözleri parladı, tabii bizi gördüğünden değil tatil anıları gelmiştir gözünün önüne herhalde. “Bendensiniz” deyip, bozuk paraları kumbaraya boca etti. Düşündüm bir an, bizde olsa kaç belediye şoförü veya bir yerdeki giriş görevlisi birisine kıyak çektiğinde bilet ücretini kendisi ödüyordur diye.


Bozuk bir İngilizce ile Türkiye’yi ne kadar çok sevdiğini, ilk fırsatta tekrar gideceğini, kendisini orada kral gibi hissettiğini falan söyledi.
Yıllar sonra o seyahati hatırlayınca birden üşüdüğümü hissettim. Ama hava güneş pırıl pırıl, hava sıcaklığı neredeyse Akdeniz gibi, rüzgar falan yoktu.
Hayat yoldaşım Aydan’a döndüm. “Sanki Oslo’da gibi değil mi?” dedim ve ekledim “O 1 Mayıs sabahının soğuğunu ve o sabah karşılaştığım şoför Norman’ı hatırladım bir anda…”
“Evet, ne soğuktu ama, sanki burnumuz düşecekti” dedi.


Zar zor bir açık dükkan bulduk. Zorla para harcadık yani, Edam peyniri aldık. Sanki Amsterdam’da bulamazmışız gibi… Kafa işte! Saçmalamak bazen gayet doğal gelir insana. Edam’a gidildiyse açık dükkan bulunacak, meşhur Edam peyniri alınacak…
1780’en beri devam eden bir firma Edam peynirini üreten şirket. Bizim peynir aldığımız dükkan ise 1974’de açılmış. Hem şirketin tarihiyle, hem de kendi tarihiyle övündü dükkan sahibi.
Kaç firmamız var bir asrı geride bırakan? Kaç ürünümüz var dünyada marka haline gelen?
Kafaya koyduk ya, küçücük Edam kasabası sanki devasa bir yere dönüştü. Yürüdük sokaklar boyu, kanallar boyu. kahve içecek bir açık dükkan ya da yemek yiyeceğimiz bir yer aradık durduk. Tam umudumuzu kesmiş, araba parkına gidip Edam’dan ayrılalım derken ilerideki bir sokaktan insan sesleri geldiğini duyunca ümitlendik. Gördüğüm, bir dükkanın önünde üç erkek v e bir kadın müşteri, diğerinde ise iki kadın müşteri sokağa, kaldırıma kondurulmuş masalarda koyu bir sohbette idiler.
Yanılmışız. Haftalık temizliği yapmış iki komşu kafe işletmesi, sandalyeleri güneşe atmışlar sohbet ediyorlarmış.


Birisine girdik. “Servis var mı?” diye sorduk. Bir yandan kapı önündeki arkadaşlarına soğuk beyaz şarap servisi yapmakta olan ve bizim bir masaya oturmamızdan da fazla heyecanlanmayan garson diye kabul ettiğimiz arkadaş, “Sadece soğuk içecekler, kahve, çay yapamıyoruz” dedi. Ne lüks hayat değil mi?
Neyse ki Edam’dan önce bir balıkçı köyünden tatil kasabasına dönüşmüş Volendam’a uğramış, deniz kıyısında şahane bir balık-patates yemiştik, yoksa resmen aç kalacaktık akşam Amsterdam’a dönünceye kadar.
Volendam, renkli ahşap evleri ve deniz ürünleri dükkanlarıyla kaplı limanındaki eski balıkçı tekneleri ile ünlü bir kasaba. Hollanda’ya yolu düşenlere tavsiye ederim.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *