İstanbul
Rain and snow
2°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
36,4592 %0.37
38,1983 %-0.2
96.484,00 %-1.913
3.438,13 0,27
Ara

Yapmayın, demokrasiye turp suyu sıkmayın!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Yapmayın, demokrasiye turp suyu sıkmayın!

Cumhur İttifakı’nın başat unsuru AK Parti ve yürütmenin başı da AK Parti Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan. Erken veya zamanında yapılacak önümüzdeki ilk genel seçimin sath-ı mailine girildi artık. İktidar da ne pahasına olursa olsun ve her nasıl, ne şekilde olursa olsun iktidarda kalmak uğruna bir stratejiyi hayata geçirmeye başlamış durumda. İşte bu tablo “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen “seçimli otoriter rejim”in başka bir aşamaya evrildiğini tartıştırıyor ister istemez kamuoyunda. Geçen ay bu yeni durumu “seçimli otoriter rejimden totaliter rejime geçişin eşiğindeyiz” şeklinde tanımlamıştım.

“KAPALI BİR REJİMİN EŞİĞİNDEYİZ”

CHP İstanbul Milletvekili ve emekli büyükelçi Namık Tan’ın 17 Şubat’ta (x) hesabından yaptığı bir paylaşım da söz konusu tabloya dikkat çekiyor. O da bir “eşikte” olunduğunu şöyle ifade ediyor.

“Şimdi artık toplumsal muhalefetin tüm kesimlerinin ayrım gözetmeden baskı ve cezalandırmayla hizaya çekilmeye çalışıldığı, kayyım atamalarının sıradanlaştığı, toplumun bir örnek, tek sesli, tekdüze ve tepki veremez hale getirilmeye çalışıldığı kapalı bir rejimin eşiğindeyiz.”

Tan, “kapalı bir rejimin eşiğindeyiz” yaklaşımını siyaset bilimci Javier Corrales’in popülist otoriterliğe geçiş sürecinin aşamalarına dayandırırken ülkemizde bu aşamaların çoktan geçildiğini de vurguluyor:

“1- Başkan, ülkeyi yıkımdan kurtardığını iddia eder: Lider merkezli kutsama başlar

2- Başkan’ın partisi denetim niteliğini kaybeder, işlevsiz bir onaylama aracına dönüşür. Başkan’a itiraz edemez hale gelir. Parti üyeleri bunu Başkan’ın politikalarını destekledikleri ya da cezalandırılmaktan korktukları için yaparlar

3- Kararnameyle keyfi yönetim hızlanır. Kararnamelere OHAL ilanları dahildir

4- Bürokratik otonomi yok edilir, yetişmiş profesyonel kadroların içi boşaltılır. Liyakatın yerini sadakat alır. Vasıfsız kadrolar bürokrasiyi istila eder

5- Kamu kurumları bütçe kesintileriyle veya etkisizleştirme yoluyla partizan işbirliğine zorlanır

6- İşbirliği yapmayan kamu kurumları itibarsızlaştırılır, suçlu ve hain ilan edilir, sistem dışına itilir, ortadan kaldırılır

7- Toplumsal kutuplaştırma alabildiğine kışkırtılır. “Öteki” konumuna itilerek düşmanlaştırılan kesimlere karşı nefret sistematik hale getirilir. Kutuplaşma, etnik, dini, mezhebi, cinsiyet, eğitim veya sırf muhalif görüş temelinde somutlaşır

8- Kanun devleti, hukuk devletinin yerini alır. Bunun anlamı şudur: “Dostlarım için her şey, düşmanlarım için kanunun gücü”

9- Yargı’ya saldırı sıradanlaşır. Yargıyı sindirmek için bahane aranır, her fırsat çekinmeden kullanılır

10- Haber karartması yapılır. Doğru habere erişim engellenir. Sansür sıradanlaşır. Uydurma haberler ortalığı kaplar. Hakikat-ötesi uydurmalar kabul görmeye başlar

11- Basın giderek bağımsızlığını yitirir. Basın hiyerarşisi yaratılır: “Dost basın”, üstün konumdadır, tüm imkanlardan yararlanır. “Düşman basın” cezalandırılır, üstüne basılır. Bu kesim, hukuk ve ceza davalarıyla başını kaldıramaz hale getirilir.”

İşte Türkiye’de son dönemdeki gelişmeleri, kayyım atamalarını, yerel yönetimlere iktidarın araçsallaştırılan yargı aracılığıyla yönelttiği anormal düzeydeki baskıları; tutuklamaları, keza medyaya yönelik baskıları; onu da geçtim TÜSİAD’a kadar uzanan adımları bu çerçevede değerlendirmek gerekir. İktidar, Erdoğan, bütün tuşlara basarak halktaki, seçmendeki rızasını büyük ölçüde kaybettiği halde iktidarda kalmak istiyor. Bunun için de en başta muhalefetin müstakbel cumhurbaşkanı adayı (ki, kendisinden sonraki cumhurbaşkanı olacağı bütün araştırmalarda görülüyor) Ekrem İmamoğlu’na dava üzerine dava açılıyor, beş dava yetmiyor ki zahar, iki ilçe belediye başkanı tutuklanıyor, birisine kayyım atanıyor, 10 ilçe belediyesine de birer meclis üyesi üzerinden dalınıyor!.. Neymiş? Esenyurt Belediye Başkanı ve söz konusu meclis üyeleri “kent uzlaşısı” ile seçilmiş! Bu nedir biliyor musunuz? İttifakın fiilen yasaklanması ve ittifak yapılan yerlerde sonuçların sayılmaması!

BEN İTTİFAK YAPARIM, SEN YAPAMAZSIN!

İttifakı 1957 seçimleri öncesinde DP iktidarı CHP’nin HP ve CMP ile ittifak kurması üzerine seçimi kaybedeceğini anlayınca yasaklamıştı. Erdoğan, 2018’de ittifaka ihtiyaç olunca bu yasağı kaldırdı siyasi partiler ve seçim yasasında değişikliğe giderek. Hala buna ihtiyacı olduğu için yasaklamıyor ama CHP’ye de başkalarıyla, özellikle Kürt yurttaşlarla sandıkta kurduğu ittifakı “öcüleştirerek” sonuçlarını tanımayacağını ilan edip bu bağlamda yargıyı harekete geçiriyor! İktidar ‘Kürtçü-İslamcı” bir parti ile ittifak yapabilir, ama CHP memleketin eşit yurttaşları olup ayrılıkçı olmayan Kürtlerle sandıkta ittifak kuramaz!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, nihayet son grup konuşmasında tabloyu ortaya koydu; durumu özetledi; iktidarın sivil bir darbe süreci peşinde olduğunu işaret etti! O kadar zorlama ve yapay yollara sapıyor ki iktidar, sözde dayanaksız, delilsiz şikayetlerle işi kurultaya dönük adımlara kadar vardırdı! 15-16 ay önceki kurultay… Üzerinden bir yerel seçim geçmiş, kurultaydaki değişimle CHP birinci parti olmuş, uyduruk-kaydırık, kumpas davalarını çağrıştıran metotlarla bir yere varacakları yok da maksat CHP’nin içini karıştırmak, defansa çekmek ve bütün üyelerle cumhurbaşkanlığı temayül yoklamasını sabote etmek; CHP’yi seçmen nezdinde karışık göstermek!…

BU MEMLEKET KİMSEYE MECBUR DEĞİL!

Bakın bir “eşik”ten söz ediyorum, Tan’ın da ettiği gibi, Özel’in de muhalefetin en güçlü partisinin başkanı olarak “sivil darbe” ile ettiği gibi… İktidarın her türlü ‘deliliği’ yapabileceği bir iklim oluşturulmak isteniyor. Neymiş? Memleket, Erdoğan’a mecburmuş!.. İsmet İnönü’nün dediği gibi, “hadi canım sende…”. Bu memleket Atatürk’ten sonra da ayakta kaldı, İnönü’den sonra da, Bayar ve Menderes’ten sonra da, Ecevit ve Demirel’den sonra da… Kuşkusuz Erdoğan da gider, İmamoğlu da gelir ve gider, bu memleket yine ayakta kalır. Sendelese de kalır hatta ileri gidip sıçrama da yapar zaman zaman yaptığı gibi. Bakın bu memleket 1974’te beş aylık bir teknokrat hükümeti sonrasında kurulan Ecevit ve Erbakan’lı CHP-MSP koalisyonu ile Cumhuriyet tarihinin en büyük askeri-siyasi harekatını; Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştirebildi. En zayıf görünen anında ulusal birlik içinde hareket ederek çok zor bir işi başardı. Bu iktidarın Türkiye yaptığı en büyük kötülük ise demokrasiye turp suyu sıkmaya çalışmak, iğdiş etmeye yönelmek, dış meseleler karşısından en çok lazım olan ulusal birliğin temellerine aşırı kutuplaştırma politikasıyla adeta dinamit koymak; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesiyle hesaplaşma gayretkeşliğine girmek…

TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİSİNİ KAYBETMEMESİ İÇİN…

Peki demokrasi tehlikede ise, demokrasiye turp suyu sıkmak isteyen bir iktidar varsa ve sınırları zorluyorsa, Özel de söylediklerinde ciddi ise muhalefete düşen bir görev var o zaman: bütün diğer muhalefet partilerini, iktidar partilerinden memlekete artık hayır gelmeyeceğini düşünen seçmenleri, sivil toplumu; odaları, baroları, sendikaları, işçi ve işveren örgütlerini vb. etrafında toplayarak anayasal ve yasal zeminde kalmaya özen göstererek demokrasinin ortadan kaldırılmasına karşı bayrak açmak…

İktidar mensuplarından hala sağduyusunu koruyanlara, iktidardan hala bir şeyler uman seçmene de son sözüm; “memleketin esenliği mi, iktidar mı?”, “demokrasi mi, ille iktidar mı?” sorularına iyi düşünerek doğru yanıt vermeleri. Demokrasi, çok partili ve seçimle iktidara gelinen, seçimle gidilen, kuvvetler ayrılığı olan bir ülke imajı unutulmasın ki Türkiye’nin en önemli yumuşak güçlerinden birisidir. Türkiye, bu gücünü korumalıdır, demokrasisini kaybetmemelidir.

DEMOKRASİLERDE BASKI GRUPLARI DA OLUR

Bu arada… Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir hatırlatma… Evet, siyasi partiler demokrasinin asli unsurlarıdır. Ancak demokrasilerde partilerin yanında bir de “baskı grupları” vardır. Odalar, barolar, işçi ve işveren örgütleri, TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD, TÜRKONFED; DİSK, TÜRK-İŞ vb. birer baskı grubudur. Tabii ki fikirleri, değerlendirmeleri olacak, tabii ki kamuoyu ile paylaşacaklar… Bu bağlamda ne demek ya parti kur, ya bir partiye katıl? Ne demek genel kurullarında ülkesiyle ilgili kaygılarını açıklayan TÜSİAD YİK Başkanı Aras ve TÜSİAD Başkanı Turan’ı mevcutlu olarak ifadeye götürmek? Bunlar Türkiye’nin itibarını Avrupa’da, gelişmiş dünyada çok zedeleyen tutumlar. Gak, diyene, guk diyene hemen soruşturma… 1. Meşrutiyet sonrası meclisin devre dışı bırakıldığı zehir hafiyeli Abdülhamit devrine mi dönüyoruz, ne oluyor? Ekonomiden sorumlu Mehmet Şimşek ne diyor bu durumlara? Erdoğan konuşuyor, birileri durumdan vazife çıkarıyor!... Gezi davasından birisini tahliye eden hakim sürgün ediliyor, teğmenler meselesinin YDK Başkanı Korg. T. Algan alakasız görevlere gönderiliyor geçici olarak ve adeta emekliliğe zorlanıyor!.. Hukuk bu mudur? Adalet bu mudur? Bu ne demek? Ya istenen kararı çıkarırsın ya da dışlanırsın… Oysa, hakimlerin coğrafi teminatı yok mudur örneğin? Onların eşi var, okulda çocuğu var, nasıl bozarsın aile birliğini? Vicdan da dağıtılırken şemsiye açmış zahar demokrasiye, hukukun üstünlüğüne turp suyu sıkmak isteyenler!

HERKES KONUŞACAK TABİİ, KONUŞMALI…

Sen konuştun, sen Gezi’deydin, sen kılıç ritüeli yaptın!.. Gel bakalım buraya!.. Bir tek ben konuşayım, herkes dinlesin! Bu Esad Suriye’sinde, Putin Rusya’sında veya Katar’da, S. Arabistan’da olabilecek bir şey. Burası,Türkiye Cumhuriyeti…

Önceki gün, İzmir’de “4. İzmir İktisat ve Kadın Kongresi”ndeydim. TÜSİAD önceki başkanlarından Cansen Başaran-Symes de bir oturumda konuşmacıydı. Arada sohbet de ettik. İzmir Valisi Elban, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Tugay ve iktidar ve muhalefetten birer milletvekilinin önünde açılış konuşmalarından birisini yapan TÜRKONFED YK Başkanı Süleyman Elban da hükümete mesaj verdi; arif olanın anlayacağı şekilde demokrasi-hukuk-ekonomi arasındaki ilişkiyi ayrıntıya girmeden çok güzel izah etti. İyi de yaptı. Herkes konuşsun. Bu iyi bir şeydir. Suskun bir toplum iyiye alamet değildir.

Malum, cuma günkü yazılarımı bir gün önce öğlen kaleme alıyorum, umarım yarına kadar yine birisi konuştu diye gözaltına alınıp hakkında soruşturma açılan bir Türkiye'ye uyanmayız.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *