Enerji Uzmanı Necdet Pamir: “Suriye’de petrol ve su savaşları tehdidi”
Yıllardır yenilenebilir alternatif enerji kaynakları üstüne çalışmalar yapan petrol mühendisi dostum Necdet Pamir’le Suriye’deki savaşın enerji boyutlarını ele aldık. Örneğin Suriye petrolünün kimlerin eline geçeceğini... Örneğin Fırat ve Dicle Nehirleri sularının paylaşımı sorununun daha da büyüyüp büyümeyeceği.... Halen Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nin kıdemli öğretim görevlisi olan Pamir aynı zamanda 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu üyesi. Söyleşimizin ilginizi çekeceğini düşünüyorum:
- Suriye’nin enerji kaynaklarının pek çok ülke ve örgütün iştahını kabarttığı anlaşılıyor. Özellikle Türkiye’nin kontrolunda olduğu bilinen Suriye Milli Ordusu’nun, petrol yatakları zengini Menbiç, Tel Rıfat ve Deyrizor’u YPG-PYD’nin elinden alması ne anlam ifade ediyor?
N.P.- Uzun süredir duraysızlığın (instabilite) ve kaosun yaşanmakta olduğu Suriye toprakları, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ağırlıklı cihatçı grupların Şam’ı kontrol altına almasıyla, bölge ve Türkiye için çok boyutlu sorunlar ve risk barındıran bir konuma evrildi. Ekim 2024’e kadar İDLİB’de yoğunlaşmış olan HTŞ, sırasıyla ve hızla Halep (3 Aralık), Hama (5Aralık), Humus (7 Aralık) ve ardından Şam’da (8 Aralık) kontrolu sağlarken ABD desteğindeki YPG-PYD (PKK), daha önce kontrolu altında bulunan Menbiç, Tel Rıfat ve son olarak Deyrizor’dan çıkarıldı. Bu kentlerde kontrol, Türkiye desteklı Suriye Milli Ordusu’na (SMO) geçti.
Deyrizor’un kontrolu bir çok açıdan stratejik önem taşıyor. SMO’nun bir sonraki hedefinn ülkenin en büyük petrol alanlarından biri olan Al-Omar petrol sahasının ele geçirilmesi (günlük 80 bin varil üretim kapasitesi) olduğu anlaşılıyor. Ayrıca Haseke-Deyrizor petrol boru hattının kısmen kontrolu da YPG-PYD’nin elinden alınmış oluyor. Gene önemli bir saha olan Tanak petrol sahası da (40 bin varil/gün kapasiteli) SMO’nun öncelikli hedefleri arasında yer alıyor.
- Suriye’nin günlük petrol üretimi takriben ne kadar?
N.P.- Suriye 1980’lerde günde 600 bin varil petrol üreten, kendine yeterli ve ihracat yapan bir ülke konumundaydı. Arap Bharı olarak adlandırılan ABD projesi başlatılmadan hemen önce, yani 2010’da tüm sorunlarına rağmen günde 385 bin varile gerilemiş olan üretimi, günümüzde çeşitli kaynaklarda yaklaşık 80-85 bin varil/gün olarak veriliyor. Yaşanan ekonomik, politik gelişmeler ve yaptırımlar nedeniyle mevcut üretim miktarı büyük oranda düşmüş olsa da önceleri IŞİD’e, daha sonra da YPG-PYD’ye terör faaliyetlerini sürdürebilmelerinde büyük katkı sağlamaktaydı.
Deyrizor’un kontrolunu ele geçiren SMO’nun ilerlemesi halinde, Al Omar, Al Tanak, Al Ward, Al Taym, Al Suwaydiyah, Al Rimelan, Markada, Tishreen Kabibiya gibi petrol sahaları da adım adım terör örgütünün kontrolundan çıkmış olacak. YPG-PYD (PKK) uzun süredir Suriye petrol üretiminin yaklaşık yüzde 90’ını kontrol etmekteydi. HTŞ kontrolundaki Palmira bölgesinde de Al Hail, Arak, Hayyan, Jahar, Al Mahr gibi sahalar günlük toplamda 9 bin varil gibi bir üretime sahip. Önümüzdeki dönemde, özellikle ülkenin doğusunda yer alan ve büyük bölümü hala YPG-PYD kontrolunda olan petrol sahalarının kimin kontroluna gireceği en önemli konulardan biri olacak. Arap Baharı öncesinde Suriye’deki sahaların bir kısmında etkili olan Shell, Total gibi şirketlerin nasıl bir yaklaşım izleyecekleri de belirli olabilecektir.
DEYRİZOR IRAK’LA İSRAİL ARASI GÜVENLİK HATTI
- Deyrizor’un bir önemi de Kürdistan’ı denize açmayı hedefleyen koridorun üstünde olması değil mi?
N.P.- Dediğiniz gibi Deyrizor’un bir diğer önemi İsrail’in ve ABD’nin planları arasında önemli yer tutan “Davut Koridoru Projesi”nin üzerinde yer alıyor olması. ABD’nın B Planı olarak da bilinen bu koridor, sözde Kürdistan’ı denize çıkarmayı hedefliyor. Bu projeyle amaç Tel Aviv’den Golan Suveyda,Tenef, Humus, Deyrizor hattından Haseke’ye, oradan da Irak’a uzanan bu yolla terör örgütleri üzerinden Irak’la İsrail arasında ekonomik ve güvenlik koridoru oluşturmak. Dolayısıyla Deyrizor’un PKK kontrolundan çıkarılması bu projeyi de akamete uğratmış oluyor.
- Bir de Golan Tepeleri konusu var. İsrail Yom Kippur Savaşı’nda güneyini kaybettiği Golan Tepeleri’ni Suriye’den aldı ve tampon bölgedeki Kuneytra kasabasını da ele geçirdi. Golan Tepeleri’nin İsrail için önemi nedir?
N.P.- Suriye 1948-1967 arasında Golan Tepeleri’ni elinde tutuyordu. Bu sayede İsrail’in kuzeyi düzenli olarak Suriye topçusunun hedefi halindeydi. İsrail açısından bakıldığında ise Golan Tepeleri’nin kontrolu 60 kilometre kuzeydeki Suriye’nin başkenti Şam ve Suriye’nin güneyinin büyük kısmının İsrail gözetimi altında olmasını mümkün kılıyor.
Tepelerin üstündeki yamaç da Suriye’den gelebilecek saldırılara karşı İsrail’e doğal bir tampon sağlıyor.
Ancak en az bunlar kadar önemli olan husus Golan Tepeleri’nin su kaynakları açısından yaşamsal değeri. Golan Tepeleri geneli kurak olan bu coğrafyada çok önemli bir su kaynağı. Tepelerden gelen yağmur suları Ürdün Nehri’ni besliyor ve etrafındaki toprakları üzüm ve diğer meyvelerin üretimi için verimli hale getiriyor; hayvanlar için otlaklar oluşturuyor. İsrail, Suriye topraklarındaki işgalini Şam yakınlarına kadar güvenlik gerekçesiyle sürdürürken fiili olarak, bir başka tatlı su kaynağı olan Kinneret ya da Taberiye Gölü’nü de sınırları içine alıyor. Dış medyada HTŞ, SMO ve öbür örgütlerin ilerlemeleri gündem oluştururken İsrail’in hukuksuz işgaline yeterince yer verilmiyor.
FIRAT VE DİCLE SULARI PAYLAŞIMI SORUNU
- Türkiye’nin Irak ve Suriye’yle, Fırat ve Dicle Nehirleri’nin suları nedeniyle onlarca yıldır yaşadığı ihtilaflar var. Suriye’deki bu rejim değişikliği Fırat ve Dicle suları yüzünden Ankara’nın başının daha da fazla ağrımasına yol açabilir mi?
N.P.- Yıllardan beri, Türkiye’yle Irak ve Suriye arasında ihtilaf konusu olan “sınırı aşan sular” ya da Fırat ve Dicle sularının paylaşımı konusu Suriye’nin mevcut paramparça konumu nedeniyle önümüzdeki günlerde çok daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale gelebilecek. ABD ve AB’nin dayattığı etkisiz federal ve yapay devletçikler modeli gerçekleşecek olursa sorun içinden çıkılmaz bir hal alma potansiyeli taşıyor.
Fırat ve Dicle sularının düzensiz su rejimi üç ülkenin, yani Türkiye, ırak ve Suriye’nin giderek artan taleplerini karşılamakta zaten yetersiz kalırken oluşabilecek parçalı yapıda “yeni” muhataplarınbilgisizlikten ya da art niyetlerinden kaynaklanabilecek talepleri yeni sorunlar yaratabilecektir. İklim değişikliğinin getirdiği olumsuzuklar nedeniyle Fırat ve Dicle sularının yetersizliği giderek artacağından, paylaşım konusu daha da büyük bir sorun olacaktır.
- Ne gibi sorunlar ortaya çıkabilir?
N.P.- Türkiye, uluslararası hukuk açısından sınır aşan sular konusunda kendi egemenlik haklarını kısıtlayacak bir yükümlülük altında bulunmamaktadır. Bununla birlikte, aşağı yani Mansab ülkelere önemli zarar vermeme ilkesine de uygun bir politika izlemektedir. Irak ve Suriye’yle yapılan çeşitli görüşmeler sonunda, Suriye ve Irak’ın toplam kullanımı için önce saniyede 350 metreküp su bırakmayı kabul etmişti. Daha sonra bu miktar kademeli olarak aylık ortalama saniyede 500 metreküpe çıktı.
Önceki yıllarda kendi sınırları içinde yer alan suların tasarrufunu dilediği gibi yapmak ve diğer gereksinimleri için inşa ettiği Keban, Karakaya gibi barajların finansmanı süresince Dünya Bankası’nın kredi koşulları arasında bunlar da vardı.
Ne var ki bugün bile zorlukla karşılanabilen bu miktarın küresel ısınma etkisiyle önümüzdeki dönemde daha da sıkıntıya neden olacağı kuşkusuzdur. Buna bir de, Suriye’nin geleceğinin biçimlendirilmesinde ortaya çıkabilecek abartılı talepler eklendiğinde, sorunun boyutu büyüyecektir. Başta ABD ve AB olmak üzere Büyük Ortadoğu Projesi’nin eksik kalan ayaklarını tamamlama çabalarının da Türkiye’yi zorlayabilecek yeni dayatmalara yol açabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.