İstanbul
Kapalı
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,6590 %0.1
37,1652 %0.02
105.549,56 %3.094
3.152,62 0,37
Ara

Lebensraum

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Lebensraum

Lebensraum Almanca bir sözcük. Türkçesiyle yaşam alanı. Daha açalım. Devletlerin kendilerine ve halklarına daha geniş alanlar açmak için başka ülkelere ait toprakları kendilerine katmaları. Bu sözcüğün içini dolduran ve teoriler üreten ise 19. yüzyılda yaşamış Alman coğrafya bilimcisi Friedrich Ratzel. Ratzel’in şu görüşleri bence çok önemli:

“Varoluş mücadelesiyle kast edilen aslında alan mücadelesidir. Çünkü alan, hayatın ilk şartıdır ve alan olmaksızın başta beslenme olmak üzere diğer hayat şartlarının ölçüsü eksik kalır. Her canlı komşusunun zararına mal olsa bile kendi bölgesini genişletmeye çalışır. Bundan da alan mücadelesi doğar.”

Ratzel’in kuramından büyük ölçüde etkilenen Alman Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan ağır bir yenilgiyle  çıktı. Ancak, yenilgiden ders alınmamış olacak ki Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden yirmi bir yıl sonra Almanya’da iktidarı ele geçiren Nazi Partisi ve Lideri Adolf Hitler gene “lebensraum” hayaliyle Polonya’ya saldırıp İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı. Naziler’in bu hamlesinin Almanya için altı yıl sonra nasıl hüsran ve yıkımla sonuçlandığını hepimiz biliyoruz.

Yakın tarihe bakalım. Rusya Lideri Vladimir Putin de benzer düşlerle Ukrayna’yı işgal etmeye kalktı. Gerçi Ukrayna’da savaş devam ediyor. Ancak bunun sonucunda da Rus Ordusu’nun ciddi biçimde yıprandığını ve Rus ekonomisinin çöküş noktasına geldiğini okuyor ve duyuyoruz.

Son yıllarda Türkiye’de de, “daha geniş bir yaşam alanı kurmak”, eski Osmanlı topraklarını yeniden fethetmek gibi bir politika izlendiği dikkat çekiyor. Mesela Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasını desteklemek gibi... Mesela kimi Afrika ülkelerine yatırımlar yapmak gibi. Daha geçenlerde Sudan Dışişleri Bakanı Ali Yusuf Ahmed, ülkedeki iç çatışmalar boyunca Ankara’nın, hükumetine  maddi ve manevi destek verdiğini söyledi.Bu haber Batı basınında ve bizim medyada da yer aldı.

Başka bir örnek daha vereyim. Mesela Afrika’nın Güneydoğusu’nda, Yemen’in tam karşısındaki Somali’de uzay üssü kurma çalışmaları... Başkent Mogadişu havalimanı ve deniz limanının Türk müteahhitler tarafından işletilmesi...

Hele uzay üsssü projesi çok ilginç. Acaba neden Somali’de kuruluyor? Bu sorunun cevabını bir türlü bulamadım.

Suriye’ye dönersek... ABD’nin yeni seçilmiş Devlet Başkanı Donald Trump, geçen günlerde bir açıklama yaparak AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı öve öve bitiremedi. Sonra da mealen dedi ki:

“Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elinde. Erdoğan’ın ordusu hiç yıpranmamış bir ordudur.”

Zaten Tayyip Erdoğan da Türkiye’yi büyütme fikrini şu sözlerle doğruladı.

“ Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür. Millet olarak ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kaçarak kurtulamazsa Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz.”

YENİ SURİYE’NİN RESMİ BAYRAMI NOEL

Bizim Diyanet İşleri Başkanı, Audi marka araba meraklısı Ali Erbaş HTŞ’nin Suriye’deki kazançlarının kendisine verdiği güçle olacak bir hutbesinde Yılbaşı kutlamalarını İslam dinince haram ve günah ilan etti. Ama heyhat, Suriye’nin yeni HTŞ yönetimi hem de Aralık 24-25 dahil olmak üzere 31 Aralık yılbaşı gecesini de resmi  bayram ilan etti. Eee, Ali Erbaş şimdi ne yapacaksın? Bir Müslüman öyle diyor, sen böyle diyorsun.

Bunları yazarken, yıllar öncesine, 1990 yılına gittim. O dönem Irak Devlet Başkanı olan Saddam Hüseyin, burnunun dibindeki Kuveyt’i işgal etme düşleri görüyordu. Temmuz 1990’da ABD’nin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie’yle bir görüşme yaptı. Bu görüşmede Bayan Glaspie’ye Kuveyt’i işgal planından üstü kapalı olarak söz ettiğinde ABD kayıtlarına göre aldığı cevap şu oldu:

“Ben 1960’lı yılların sonunda ABD’nin Kuveyt büyükelçiliği’nde görevliydim. O dönemde bu konunun ABD’yle ilgili olmadığını, dolayısıyla hiç bir şekilde fikir beyan etmememiz gerektiğiyle ilgili talimat almıştık. Sorunu uygun yöntemlere baş vurarak, örneğin Klibi (O yıllarda Arap Birliği Genel Sekreteri olan Çadli Klibi) ya da Cumhurbaşkanı Mübarek  (Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek) aracılığıyla çözmenizi umuyoruz. Bütün umudumuz bu meselelerin bir an önce çözüme kavuşmasıdır. ”

Saddam, tuzağa düşürüldüğünü fark etmeden bu sözlerle Kuveyt’i işgal için ABD’den onay aldığını sanarak Ağustos 1990’da Irak ordusunu Kuveyt topraklarından içeri soktu. Sonrasını biliyorsunuz. Ocak 1991’de ABD Birinci Körfez Savaşı’nı başlatarak Saddam’ın sonunu hazırlayacak ağır bir yenilgiye uğrattı.

Yani demem o ki, sakın ola ABD’nin ya da başka büyük bir gücün hakkınızdaki olumlu sözlerine ya da övgülerine kanmayın. Gördüğünüz gibi sonu hüsranla bitiyor. Devletlerarası ilişkiler, duygularla değil, akılla yönetilir. Şu cümleyi hatırlamakta her zaman yarar görürüm:

“Büyük devletlerle ilişki ayıyla yatağa girmeye benzer.”

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *