İstanbul
Kapalı
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,6531 %0.09
37,2445 %0.23
105.364,30 %0.962
3.160,60 0,62
Ara

Emevi Camii'nde namaz düşleri ve gerçekler

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Emevi Camii'nde namaz düşleri ve gerçekler

Son zamanlarda Ankara’nın yeniden Suriye’ye bir müdahale hazırlığı içinde olduğu bilgileri geliyor. Ülkemizin bunca iç ve dış sorunu varken sonu gerçekten felaketle bitecek böyle bir operasyon kime yarar? Suriye bataklığında on yıldır yaşadıklarımızdan dersler çıkarmadık mı? Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun onbeş gün içinde Şam’daki Emevi Camiii’nde Cuma namazı kılma hayalleri suya düşmesine rağmen Suriye’ye müdahalede bu ısrar neden? Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde bakanlık sözcülüğü ve müsteşar yardımcılığı yapan, daha sonra dört yıl Washington’da Türkiye’yi temsil eden emekli Büyükelçi Namık Tan’la konuştum. Tan, iç politikada hamasi söylemler ve eylemlerle oyların konsolide edilmesi amacıyla dış politikanın kullanılmaması gerektiğine dikkat çekiyor. Suriyeli Kürtlerin, Ankara’nın PKK-YPG/PYD fobisi yüzünden ABD’nin kucağına itildiğinin altını çiziyor. Sünni coğrafyanın liderliği emelleri yüzünden Türkiye’nin çok ciddi hasarlar aldığına işaret ediyor. Büyükelçi Tan’la sohbetimiz şöyle gelişti:

-Türkiye,Suriye bataklığına sizce neden saplandı? Bir dönem canciğer dostluk kurulan Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad neden bir anda can düşmanı ilan edildi?

TAN- Suriye’de rejim karşıtı gösteriler ülkenin güneyindeki Dera kentinde bir grup öğrencinin okul duvarına “Ey Doktor (Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı kastederek) şimdi sıra sana geldi” sloganını yazmasıyla 15 Mart 2011’de başladı. Kısa zamanda ülke sathına yayılarak halk ayaklanmasına, bir süre sonra da iç savaşa dönüştü.

O günlerde ülkemizi Washington’da temsil etmekteydim. Büyükelçilik görevimin sona erdiği 2014 yılı Mart ayına kadar da hükümetimizin Suriye konusunda ABD makamlarıyla yürüttüğü bir çok kritik görüşmede hazır bulundum. Daha iç savaşın yoğun şekilde devam ettiği 2012 yılının ilkbahar aylarında Suriye meselesinin Türkiye için büyük maliyet oluşturacağı açıkça görülmekteydi.

Büyükelçiliğimizin bu istikametteki değerlendirmelerini ve uyarılarını merkeze rapor halinde gönderdiğimizi, bu çerçevede Suriye’nin Türkiye’ye mücavir bölgelerinin “Afganistan’a dönüşme riskinin bulunduğunu” vurguladığımızı çok iyi hatırlıyorum.

-Peki, bu raporlarınız Ankara’da nasıl değerlendirildi?

TAN- Ancak o dönemde Türkiye’de farklı beklentiler vardı. Sadece Washington’dan değil, bir çok önemli dış temsilciliğimizden gelen benzer uyarılara aldırış edilmiyordu. Zira hükümet arka bahçesi olarak gördüğü Suriye’de kendisine müzahir Sünni bir yönetim oluşturabileceği düşüncesindeydi. Her ne kadar meseleye terör bağlamında güvenlik kaygısıyla yaklaştığını öne sürüyorsa da aslında hükümetin politikalarına ideolojik bir bakış açısı hakimdi.

-Yani Suriye iç savaşına  müdahale etmekla Sünni coğrafyada etkili olma fırsatını yakalarız sanısına mı kapıldılar?

TAN- Türkiye, Suriye’deki başkaldırıyı kendisi için bir fırsat sandı. Bunun, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu ve Kuzey Afrika sahili boyunca uzanan Sünni Arap coğrafyasında kendisine hegemonya imkanı yaratabileceği zannına kapıldı. Üstelik böyle bir yaklaşım hem milliyetçi ve popülist politikalarına zemin kazandırıyor hem de ülke içinde kendisine müzahir siyasi kitlenin hamasi söylemlerle konsolide edilmesini sağlıyordu.

Sünni alemine liderlik hayali içindeki hükümet etnik ve mezhepsel fay hatlarıyla dolu, aslında pek de bilmediği bir bölgede el yordamıyla adeta züccaciye dükkanındaki fil gibi ilerlemekte beis görmedi. Nitekim bu yanlış politikası yüzünden Türkiye iç savaşın patlak verdiği ilk günlerden itibaren Suriye’de yatıştırıcı ve dengeleyici değil, taraf olucu bir tutum izledi. Terör örgütlerine karşı da ayrımsız davranamadı.

Çıkarlarına hizmet eden eli silahlı militanları benden olanlar şeklinde tasnif etmekten çekinmedi. Hatta kendisinden yana addettiği muhalif grupları eğitti, donattı ve onlara topraklarını açtı.

-Yani Ankara,  bile bile lades, mi dedi?

TAN- Türkiye’de hükümet Suriye meselesinde adeta bilerek kendini çıkmaza soktu. Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay ve MİT gibi devlet kurumlarının haklı uyarılarına ve telkinlerine kulak vermedi. Oysa herhangi bir çıkış stratejisi olmadan Suriye’de askeri müdahalede bulunmanın riskleri ve sakıncaları sözünü ettiğim devlet kurumlarınca hükümete bildirilmişti.

Suriye’nin Türkiye için bir bataklığa dönüştüğü, benim emekliliğimi istediğim 2014 yılında gün gibi aşikardı. Meselenin Türkiye’nin yönetemeyeceği boyutlara ulaştığını dost, düşman herkes biliyordu. Ancak hükümet ısrarla hayal peşinde koşmayı sürdürdü. Çünkü kendisi için bütün çıkış yollarının kapandığını bir türlü kabul etmek istemiyordu.

-Bir de dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun (şimdi Gelecek Partisi Genel Başkanı), bütün bu bölgeyi benden iyi kimse bilmez, kibiriyle yarattığı hava büyük güçleri, özellikle de ABD ve Rusya’yı rahatsız etmedi mi?

TAN- 2014’ün Haziran ayında Irak’ın en büyük şehirlerinden Musul’u ele geçiren IŞİD Türkiye sınırındaki PYD/YPG bölgelerinin bir kısmını ve bu meyanda Kobani kasabasını da kuşattı. ABD Başkanı Barack Obama 19 Ekim’de Başbakan Erdoğan’ı arayarak YPG’ye doğrudan silah yardımı yapacağını söyledi ve yardımlar başladı. Türkiye’nin Suriye politikasındaki en önemli hatası, kanaatimce,Duriye’de PKK kontrolünde Kürt devleti fobisi yüzünden Kobani kuşatması sırasında sergilediği ikircikli tutumdur. Bu yüzden Türkiye Suriye’deki Kürtleri adeta ABD’nin kucağına itmiş oldu. Ardından Rusya’nın 2015 Eylül sonunda savaşa katılması neticesinde iç savaşın seyrinin rejimin lehine çevrilmesiyle de Suriye politikamız tam anlamıyla çıkmaza girdi.

-Peki, Ankara içinde bulunduğu açmazdan çıkabilir mi?

TAN- Bu soruya olumlu cevap vermek hiç kolay değil. İlk bakışta çıkış yolu Suriye ile doğrudan temas kurmak gibi görünüyor. Ancak, bunun iç politikada getireceği ağır maliyeti hükümet üstlenmeye cesaret edemiyor. Bunun yerine, Suriye meselesini yeni bir askeri operasyon başlatma tehdidinde bulunmak suretiyle tabanını konsolide etmek için kullanmaya çalışıyor.

Arap aleminin dahi Suriye’ye yönelik politikalarını büyük ölçüde yumuşattığı, ABD’nin de yumuşama sinyalleri verdiği bir dönemde Türkiye’nin Suriye’ye katı tutumunda kararlı görünmesine dışardan bakanlar anlam veremiyor.

-O zaman nasıl bir dış politika bu? İç ve dış politika birbirine girince sonucu ne oluyor?

TAN- Esad’ın ülkesini büyük felakete sürüklediğini ve binlerce masum insanın hayatını kaybetmesine yol açtığını görmezden gelmek mümkün değil. Ancak Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin her türlü siyasi değerlendirmenin önünde geldiğini de kabul etmemiz gerekiyor. Nitekim, aynı Esad gibi binlerce masum insanın ölümünden sorumlu olan ve çağdışı zihniyete sahip Taliban ile masaya oturmaktan çekinilmiyorsa Suriye rejimiyle de pekala görüşülmesi mümkündür.

Öyle ki hükümet, Türkiye’nin çıkarları gerektirdiği için üyelerinden bir çoğu teröre destek verdikleri gerekçesiyle BM’nin yaptırım listesinde bulunan Taliban heyetini Ankara’da resmi protokolle ağırlamaktan çekinmedi. Hatta Taliban’la görüşen heyetimize bizzat Dışişleri Bakanı (Çavuşoğlu) başkanlık etti. Kısacası, çıkarlarımız gerektirdiği için dış politikamızda akılcı ve öngörülebilir olmaktan dahi taviz verebildik.

-Peki, sizce Türkiye bile bile kendini düşürdüğü bu çıkmazdan nasıl kurtulabilir?

TAN- Kendi halkı ve yurt dışındahi muhatapları nezdinde güven oluşturamazsa Türkiye’nin içinde bulunduğu cendereden kurtulması çok zordur. Türkiye’nin bir an önce halkının mutluluğu ve refahının teminat altına alınmasına odaklanması, kavgacı ve çatışmacı politikaları terk etmesi ve bundan on yıl kadar öncesinde olduğu gibi yumuşak güce öncelik veren bir politikaya dönmesinde zaruret bulunmaktadır.

Türkiye akılcı ve uluslararası sisteme uygun davranmalıdır. Dost ve müttefikleri başta olmak üzere uluslararası camia Türkiye’den tereddüde mahal bırakmayacak şekilde pozisyonunu belirlemesini bekliyor. Türkiye’nin yeri Batı’dır. ABD’nin, Rusya ve Çin’i açıkça hasım olarak belirlediği ve yeni nesil soğuk savaşın ayak seslerinin duyulmakta olduğu bir dönemde Türkiye’nin muhataplarına bu istikamette güven vermesi dostlarından güven bulmasını da sağlayacaktır.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *