Tanpınar, Yunus ve siyasetteki tıkanma…

“Ben Orhan Gazi’yi ve onunla beraber ikinci imparatorluğu kurmaya çalışanların hiçbirini Yunus’tan ayıramadım. Ne zaman Orhan Gazi’nin çehresine biraz eğilsem, orada Yunus Divanı’ndan aksetmiş çizgiler görürüm ve bütün bu fütuhatların arasında bu ruh kasırgası ile Türkçede doğan yapıcı değerler dünyasını selamlarım.”
Edebiyat Dersleri ve XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı dev eserlerinde, tarihi şairler ve edebiyat üzerinden okumanın örneklerini veren Ahmet Hamdi Tanpınar, Yunus’un şiirlerinin, Türklerin, Anadolu’da kalacağının işareti olduğunu söylemekle kalmaz, o dönemde insanlara direnme gücü verdiğini de belirterek, 13. yüzyılda Anadolu’yu kasıp kavuran Moğol istilasının ortasında bir ilaç olduğunu anlatır.
“Moğol istilasının kan ve ateş çağında, o bitmez tükenmez ızdırap, ölüm, hastalık, açlık ve ümitsizlik cehenneminde yaşayan insanlar bu sevgiye, tahammülü imkânsız realitenin ötesinde açılan bu geniş ve rahmani ümit kapısına ekmek ve su kadar, rahat yastık ve uyku kadar muhtaçtılar.”
Yunus’un hanedanı
Şiirin, “bir iç kale sanatı”, “milletin iç kalesi” olduğunu ifade eden Tanpınar, Yunus’un şiirlerini “hanedanlık” olarak tanımlar.
“Yunus’un hanedanı kendisi ile başlar. Meğer ki, lehçe itibariyle uzak ve arkaik akrabası Ahmet Yesevi’yi hatırlayalım. Fakat Yesevi’nin eseriyle Yunus’un şiiri arasında bu sanatta esas olan dil zevkinin aydınlığı vardır. Yunus yaptığını bilen ve bunu bildiği, böyle istediği için yapan şairdir. Tek kelimeyle şairdir.”
“Türkçeyi tanzim etti”
Tanpınar, Yunus’un aynı zamanda Türkçenin yaşaması ve yapısının belirlenmesindeki önemli rolüne dikkat çeker.
“Şair, dili yeni baştan yapar: Dante ve Yunus şiirlerinde dili kıvamına erdirdiler. Yunus’un diline ilave ettiğimiz garptan ve medeniyetten aldığımız unsurlardır. Bu, ana bir dilden kopuş devresinde ve bazı coğrafi şartların tesiri ile olur.”
“Büyük şair kendisinden evvelini silen adamdır. Yunus ile beraber yürüyen birkaç Yunus daha vardır. Bu kategoride bir şair, kitlenin malıdır. Hareket, halka doğrudur. Ve ses halkın içindedir. Yunus halkın konuştuğu dili tanzim eden adamdır.”
Sarayın şiiri
Tanpınar, halkta karşılığı olan Yunus’un şiirlerinin, Türkçeyi yaşamasındaki rolüne karşılık, saray çevresinde, İran etkisiyle ortaya çıkan divan şiirinde, “bize ait herhangi bir şey aramanın hemen hemen beyhude” olduğunu söyler.
Tanpınar, medrese eğitiminin Arapça olması, Arap ve Fars şiirlerini, masallarını, hikâyelerini kendisine örnek alan ve bütün dünyasını onlarla kuran divan şiiri karşısında, Türkçenin yaşamasında Osmanlı Sarayı’nın bir etkisinin olmadığını ifade eder.
“Sarayın, dışarlardan gelen kadınlar dolayısıyla ve şehzadelerin muayyen bir terbiye sistemi bulunmaması yüzünden Türkçenin gelişmesinde, hatta muhafazasında hiçbir rolü yoktu. Öbür yandan ilim müesseseleri de böyle bir meseleyi tanımıyorlardı. Bir kelimeyle, Türkçe halkın ağzındaydı. Yahya Kemal’in dediği gibi, onun ‘mesut tahrifleriyle’ genişliyor, muhtelif zümrelerin tasarrufuyla değişiyor, güzelleşiyordu. Büyük şairlerimizin hemen çoğu işte bu halkın ağzında değişen ve gelişen Türkçeyi yakalayabildikleri nisbette tek değeri bulmuş oluyorlardı.”
Tanpınar, divan şiirindeki hayallerin, İran ve Arap mitoloji ve masallarında alınma “hazır hayaller” olduklarını, zamanla şekilciliğin ağır bastığını ve şiirin artık tümüyle anlamdan çok dil oyunlarına dayandığını ve “yorgun sanat geleneği”ne dönüştüğünü anlatır.
Taşlar yerinden oynarken
Tanpınar’ın, Yunus’un şiirleri ve divan şiiri yorumları, aslında Arapça, Farsça ve Türkçeden oluşan Osmanlıcanın kalıcı olmaması karşısında, Türkçenin yaşamasının nedenini açıklar.
Tanpınar’ın okumasıyla bakarsak, halka rağmen ve halktan kopuk gerçekleştirilmeye çalışılan adımlar, ne kadar büyüklük iddiaları olsa da, etkili propagandalarla kabul ettirilmeye çalışılsa da kalıcı bir başarı hikâyesine dönüşmüyor.
Tarih bize, edebiyatı, sanatıyla, halka dayanan kültürel bir gücü olmayan büyüklük iddiasının, kalıcı olamayacağını gösteriyor denilebilir mi?
Tanpınar’ın yaklaşımını dikkate aldığımızda, edebiyatı, sanatı sadece sınırlı sayıda insanın ilgi alanı olarak görmenin ve hayatın dışında algılamanın ne kadar geçersiz olduğu ortaya çıkıyor.
Taşların yerinden oynadığı, günümüzdeki dönüşüm ve yeniden bölüşüm döneminde, nasıl bir dünya kurulacağını öngörmek kolay değil.
Öne çıkan kişisel mücadeleler dışında, siyaset de çıkmazda.
Ortada nasıl bir dünyaya gittiğimizi doğru yorumlayarak, ona göre yol alınmasını sağlayacak bir politika görülmediğine göre, biraz da belki şiirin, sanatın nasıl bir işaret verdiğine bakmakta yarar olabilir.
Sanat, edebiyat kurucudur, inşa edicidir, hele özgürse.