Muhalif’teki, 28 Ocak 2024 tarihli yazımı(1), Amerikalı bazı Ermeni avukatların, sözde soykırımı kurbanlarının mirasçıları için iki sigorta şirketinden aldıkları tazminat parasına nasıl el koyduklarını anlatan, Los Angeles Times gazetecilerinin araştırmasına ayırmıştım. Muhalif’teki dostlarım, “yazımın çok tepki doğurduğunu.”” söylediler. “Reklamın kötüsü olmaz.” dedim. Bir yandan da, “tepki gösterenler benim yazıma gösterdikleri tepkiyi, raporu hazırlayan LA gazetecilerine ve Los Angeles Times gazetesine de göstermişler midir acaba? Göstermişlerse, kendi ırklarından kişilerin bu vurgununa mı tepki göstermişlerdir yoksa bu vurgunu ortaya çıkaran gazetecilere mi?” soruları kafamı kurcalamaya başladı.
İşte bu sorular kafamda dolaşırken, okurlarıma verdiğim, “iznini alıp, Raporu Türkçeye çeviren Büyükelçi (E) Pulat Tacar’ın değerlendirmesini de okurlarıma iletme sözümü hatırladım. Büyükelçi Tacar’ı aradım. Muhalif'ten bana söyleneni aktardım.
Büyükelçi Tacar, “Bize neden tepki gösteriyorlar? Raporu hazırlayan Amerikalı gazetecilere tepki göstersinler. Tepki gösterirken de, o raporda yer alan, tazminat vurgununu başlatan Amerikalı üç avukattan, Vartkes (Jeghian) Yağcıyan’ın 2017 yılındaki bir demecinde, Ermeni toplumunun bu tazminat sahtekârlığını ortaya çıkarmak için yaptığı çalışmaları desteklediğini söylediğine ve “Kirli çamaşırlarımızı başkalarına açıklamamak tipik bir Ermeni davranışıdır.” dediğine dikkatimi çekti. İşte Büyükelçi Tacar’ın söyledikleri:
“Ermeni avukatların New York Life Insurance ve Fransız AXA sigorta şirketlerinden aldıkları 37,5 milyon Dolar tazminatın büyük bölümünü nasıl “yağmaladıklarını” ortaya çıkaran bu araştırma, kanımca “dehşet verici” bir belgedir. Demokrasi ile yönetilen, yargının tamamen bağımsız olduğu bir ülkede, bu araştırmanın yapılmış ve yayınlanmış olması doğaldır. Ancak, yargının, Baro’nun ve Federal makamların bu yolsuzluğa yeterli tepki göstermemeleri; adeta olayın kapatılması eğilimi, kafamda sorulara yol açtı ve teessüfle karşıladım. Dünyanın neresinde olursa olsun böyle bir yolsuzluğun çok daha fazla ses getirmesi ve cezaî sonuçları olması gerekirdi.
“Araştırmanın geniş bir özetini yayına hazırlamamın nedeni, ilgilenenlerin ve akademisyenlerin Raporu ibretle okumasını sağlamak; Türkiye’yi ve Türkleri karalamak için kapsamlı bir siyasal propaganda savaşı başlatanların, yüklü paralar harcayarak giriştikleri ve görece başarılı oldukları beyin yıkama faaliyetinden ders çıkarmak; bunlara karşı koymak için yapmamız gerekenleri yeniden düşünmeye yönlendirmekti.
“Bir makalemde(2), Ermeni avukatların tazminat almak için dava açtıkları Alman, Victoria & München Reassuranz Şirketi’nin, baskılara boyun eğmediğini; davayı kazandığını yazmıştım. The L.A.Times araştırmasında, Münih Şirketi’nin kazandığı dava konusunda bilgi bulunmaması eksikliktir.
“Dikkat çeken diğer bir husus, araştırmanın, AXA ‘dan alınan tazminata odaklanmasıdır. Oysa Ermeni avukatlar New York Hayat Sigortası’ndan da 20 milyon Dolar tazminat almışlardır.New York Sigorta Şirketi’nden alınan tazminatın dağıtımında da yolsuzluk yapıldığından kuşkum yok ama o dağıtımın hesabı verilmemiş. Neden? Büyük olasılıkla New York Hayat Sigortası Şirketi, ticari ve hukuksal güvenilirliğine zarar vereceği ve borsadaki hisseleri bundan olumsuz etkilenebileceği için devreye girmiştir.
“Gerek New York Hayat Sigortası, gerek AXA çok köklü sigorta şirketleridir. İkisinin de ehil ve sigorta talepleri konusunda kılı kırk yaran deneyimli avukatları var. En ufak usul hatası, belge eksikliği buldukları zaman, sigortalıların tazminatlarını ödemedikleri veya pazarlık ederek ödeyecekleri tazminatı azalttıkları bilinir. Bu sigorta şirketlerinin, “soykırımına uğramış bir halkın ardıllarına” ve “kiliseleri ile yardım derneklerine” yardım bahanesiyle, fazla kurcalamadan, poliçe veya kanıt aramadan, toplam 37,5 milyon Dolar tazminat ödemelerinin arkasında farklı bir irade, başka bir neden bulunmalı. Normal koşullarda bu iki sigorta şirketinin de sigorta tazminatı konusunda karar vermeden önce poliçeler üzerinde ayrıntılı bir araştırma yapması gerekirdi. Hiç olmazsa o dönemde yapılmış sigorta mukavelelerinin birer örneği, iki şirketin de arşivinde bulunuyordu. Bu araştırma yapılmamış, Axa ile New York Sigorta Şirketi’nin üst düzey karar vericileri, 1915 ‘te Osmanlı topraklarında kırıma uğradığı konusunda genel kanaat oluştuğunu varsaydıkları bir Hıristiyan azınlığın ardıllarına ve bunların hayır dernekleri ile kiliselerine para verilmesinin, şirketleri açısından, talebi reddetmekten daha fazla yarar sağlayacağını düşünmüşlerdir.
“Ben, Lozan Antlaşması’ndan sonra ABD(2) ile Türkiye arasında yapılan 29.12.1923 tarihli Tazminat Anlaşması ile 1934 Ek Anlaşma dosyalarını ve ABD Hükümeti vasıtasıyla “Değerlendirme Komitesi”ne iletilmiş tazminat taleplerini, Dışişleri Bakanlığı arşivlerinden çıkararak, inceledim. Geçerli tazminat taleplerinin niteliklerini biraz olsun öğrendim. Yüzlerce tazminat talebi arasında, Amerikalı Ermeniler tarafından sunulmuş sadece iki dosya vardı. Bu dosyalardaki belgeler de geçerli kanıt olmaktan uzaktı; sonunda iki dosya da, ABD Değerlendirme Heyeti tarafından reddedilmişti. Yapılan görüşmeler sonunda Türkiye, ABD uyrukluların Osmanlı’dan, Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden topraklarda savaş nedeni ile oluşmuş zararların tazmini için ABD‘ne 899.333,09 Dolar ödedi. ABD bu ödeme ile ABD uyrukluların olası tüm tazminat taleplerinden nihai olarak vazgeçti.(3)
“Amerika’daki Ermeni toplumunun daha fazla huzursuz edilmemesi için tazminatın dağıtımındaki yolsuzluk daha ziyade Fransa’daki dağıtım Komitesine ve Kaliforniya’daki birkaç Ermeni avukata odaklandırılmış, böylece Ermeni kilisesi ve Ermeni toplumunun geniş kesimleri, hayır dernekleri korunmak istenmiştir. Süreçte görev alan yargıcın verdiği kararların tümüne bakıldığında, hem yerel makamların, hem de ABD Federal makamlarının, bu can sıkıcı yolsuzluk davasını halının altına süpürmek sureti yle konuyu daha fazla kurcalamama eğilimleri ortaya çıkmaktadır Ermeni toplumu, ABD iç politikasında ve Kaliforniya’da çok etkili, köşe başlarını tutmuş bir cemaattir. Kişilere, sivil toplum örgütlerine ve kiliselere ödenen paraların akıbeti ciddi şekilde araştırıldığı takdirde, kilise dâhil pek çok kurum ve (tanınmış) kişiye bulaşan bu usulsüzlük lekesinin çok geniş alana yayıldığı görülecektir.
“Bu “halının altına süpürme sürecinde” yargının oynadığı rolü ve siyasal/toplumsal açıdan hassas konularda yargının, tarafsız ve bağımsız hareket ederek adalete uygun ve hakça karar verme olasılığını düşük gördüğüm için, soykırım iddiası yoluyla tarihimize, onurumuza zarar verildiğini ileri sürerek, başka ülkede dava açılması yaklaşımına olumlu bakmadım. Buna Uluslararası Adalet Divanı’nda dava açma düşüncesi de dâhildir. Orada görevli yargıçlar da ülkelerinin aday göstermesi sonucunda seçilmişlerdir ve kanımca pek çoğu siyasal baskılara boyun eğmektedir. Bunun en açık örneği, Sırbistan ile Hırvatistan’ın birbirlerine karşı açtıkları davada, Uluslararası Adalet Divanının (UAD) verdiği karardır. Kararda UAD, (AB üye adayı Hırvatistan başta olmak üzere) tarafların karşılıklı eylemlerinin “soykırımsal fiiller-actus reus” olabileceğini ama o eylemlerde “özel kasıt-dolus specialis” bulunduğunun ispatlanamadığını, o nedenle eylemlerin soykırımı sayılamayacağını vurgulamıştır. Bu karar, soykırımı suçunun (hukuksal açıdan) sınırlarını çok daraltmaktadır; zira “özel kasıt bulunduğunun kuşkuya meydan vermeyecek kesinlikte ispat edilmesi” neredeyse olanaksızdır. O eylemlerden, siyasal bağlamda, medyada veya halk arası konuşmada, “soykırımı” olarak söz edilmesi ise “karalama serbest bırakılmıştır” anlamını taşır. Bizim karşılaştığımız durum tam da budur.
Ayrıca, Perinçek/İsviçre davasında AIHM‘nin aldığı karar, “düşünceyi ifade özgürlüğü”nün sınırlarını çok genişletmiştir. AIHM kararına göre, bir eyleme ilişkin söylem (soykırımı nitelemesi) şiddet kullanımını özendirmiyorsa, ırk ayrımcılığı yapmamaktaysa, “o eyleme soykırımıdır” veya “soykırımı değildir” demek suç teşkil etmemekte ve düşünceyi ifade özgürlüğü çerçevesinde korunmaktadır. Bu karar, soykırımı suçlamasının siyasal açıdan da “düşünceyi ifade özgürlüğü korumasına alındığını” göstermektedir.”
Büyükelçi Tacar’ı dinlerken, Yunanistan’ın, Ege Kıta Sahanlığı sorununu Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) götürme ısrarı karşısında,1976 yılında yaptığımız bir araştırmayı anımsadım. O araştırma bize, UAD yargıçlarının her türlü yönlendirmeye açık olduklarını göstermişti.
(1) “Ermeninin Ermeniye, Akrep Etmez Ettiğin.” Ahmet Süha Umar
(2) Pulat Tacar: “Ermenilerin Soykırımı Savını Yadsıyanların Cezalandırılması ve Türkiye’den Tazminat Almak için Yaptıkları Yargı Mücadeleleri”; Ermeni Araştırmaları Dergisi 2013. Sayı 46. Sayfa 55-128.
(3) Pulat Tacar. a.g.makale
Yorum Yazın