Yeni yönetmenlerin öne çıktığı yapımlar, başarılı edebiyat uyarlamaları ve dikkat çekici özgün senaryolarla sinema adına verimli bir yıl geride kaldı. 3 Mart 2025’te açıklanacak Oscar ödülleri, yeni sezon başlangıcının sembolü olacak. Dijital platformların sinemada film izleme kültürünü yok edeceği endişesinin tam tersi bir ivmeye evrildiğini görmek çok sevindirici. Sinema yapımları için çeşitliliğin arttığı ortamda genç yönetmeler, yeni veya arka planda kalmış oyuncular ve yapımcı açısından riskli sayılan özgün senaryoların artık önü açık. Film gösterim mecralarının çeşitliliği sayesinde bir projenin iş yapması anlamında yapımcıların öngördüğü katı kriterler ve önyargılar fazlasıyla esnedi.
Elbette “zevkler ve renkler tartışılmaz” notunu düşmek kaydıyla, bana göre yılın en etkileyici filmleri ve bunun yanı sıra neden yere göğe sığdırılamadığını bir türlü anlayamadığım örnekleri sıralıyorum.
THE BRUTALIST: Gerçek yaşam öyküsü, tarihsel derinlik, mimari detaylarla bezenmiş bir hayata tutunma destanı. Adrien Brody, Macar mimar Laszlo Toth rolünde olağanüstü. Savaş sonrası her anlamda harap olmuş Macaristan’dan 1947 yılında Amerika’ya göç eden Toth ailesini izlediğimiz The Brutalist, oyunculuk, kurgu ve yönetmenlik anlamında yılın en sağlam filmlerinden. Adrien Brody Oscar’da en iyi erkek oyuncu için kesin favorim.
CONCLAVE: Papa’nın beklenmedik ölümü üzerine yeni ruhani lideri seçmek için toplanan Vatikan konseyinde dönen entrikaları anlatan Conclave bir edebiyat uyarlaması ve ilk bakışta din adamlarının seçimi gibi görünen konusunu muhteşem bir derinlikle işliyor. Yılın kaçırılmaması gereken filmlerinden.
WICKED: Diğer iki filmin yanında Wicked tuhaf gelmesin, sinema sanatı adına harikalar yaratmıyor ama sinemanın eğlendirme ve seyirciye mutluluk aşılama işlevini çok başarılı biçimde beyazperdeye aktarıyor. Oyunculuklar gayet iyi; ana teması ötekileştirme, empati ve hayatın anlamı olan eğlenceli müzikal bir yolculuk.
Bu filmleri Altın Küre, Oscar, BAFTA ve benzeri ödül listelerinde sık sık göreceğiz. Bu yılın çok iyilerinden olan bir başka filmi es geçmek olmaz. FIREBRAND-Kraliçenin Oyunu, İngiliz Kralı 8. Henry döneminde baskın olan din savaşları etrafında dönen siyasi entrikaları anlatıyor. Kutsal kitabı kendi dilimizde okuyup anlamalıyız mücadelesi veren Kraliçe kafir ilan ediliyor! Bu filmin en iyiler sıralamasında görmezden gelinmesi gerçekten üzücü.
Son olarak sahip olduğu niteliklerin fazlasıyla abartıldığı iki film var. Cannes’da ödül alınca haliyle beklentilerin de yükseldiği “Anora” bence tam bir hayal kırıklığı. New York’lu bir seks işçisinin Rus mafyasıyla “karşılaşması” üzerine bütün klişelerin boca edildiği Anora, Amerikan tarafı ne kadar akıllı ise Ruslar o denli aptal ve sonradan görme olmalı takıntısıyla vasat oyunculuk ve sakız gibi uzayan senaryosuyla fiyaskoya koşuyor.
The Substance: Cevher ismiyle gösterime giren film estetik çılgınlığı ve kadın bedeni üzerine yapılandırılan sektörün korkunçluğu teması ile yola çıktığı eleştirel kadrajını son derece kanlı ve pornografi düzeyinde bir anlatımla heba ediyor. Üstelik bu amaçla kadın bedeninin her zerresini kullanarak!
Yorum Yazın