İstanbul
Kapalı
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
37,8285 %3
41,4381 %2.81
3.684,01 % 2,90
84.612,87 %3.4
Ara

Yanlış hesap

YAYINLAMA:
Yanlış hesap

Ülkelerin kaderlerinde ciddi dönüm noktaları vardır. Örneğin geçtiğimiz gün 110uncu zafer yılını kutladığımız “Çanakkale deniz zaferi gerçekleşmeseydi bugün nasıl bir dünyada yaşardık?” sorusunu kendinize hiç sordunuz mu? Çok fazla kafa yormayanlar için, “e ne olmuş yani, o gün Çanakkale’yi geçmeyenler, birkaç yıl sonra Çanakkale’yi elleri kollarını sallayarak geçtiler ve İstanbul’u işgal ettiler!” basitliyi ile bu soru pas geçilebilir. Oysa Çanakkale savaşla beraber geçilebilse, işgal orduları İstanbul’da kalmakla yetinmeyecek, esas hedef olarak Çarlık Rusya’sının yardımına koşulabilecek, 1917 Ekim Bolşevik devrimi gerçekleşmeyecekti. Kurtuluş Savaşı’nın fitilleri asla ateşlenemeyecek, yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ismi, Çanakkale’de beyhude gayret gösteren zabit Mustafa Kemal olarak anılacak, belki de hiç hatırlanmayacaktı. Kurtuluş Savaşı’nı emperyalizme karşı savaş olarak değerlendirecek Bolşeviklerden Türk hareketine destek gelmeyecek ve savaş maddi koşulları olmadığından başarıya ulaşmayacaktı.

Çanakkale destanını ve sonuçlarını tarihçilerin incelemelerine bırakıp günümüze gelelim.

Dünya’nın gerçek anlamıyla çivisinin çıktığı günleri yaşıyoruz. ABD’de ikinci defa başkanlık koltuğuna oturan Trump yaptığı eylemlerle kendi ülkesini ve dünyayı mutlak bir belirsizlik algısına sürüklüyor.

Yeniden büyük Amerika sloganıyla başlattığı ticaret savaşları, öncelikle kendi ülkesine zarar veriyor. Trump’ın bu alandaki hayallerinin gerçekleşebilmesi için dünyanın geri kalanının ABD’nin üstünlüğünü kabullenerek sesini çıkartmaması, yani misillemeye gitmemesi gerekiyor. Peki bu olası mı? Doğal olarak hayır. Misilleme ABD’nin üretimini vurduğu ölçüde, Trump’ın yanında poz veren ABD’nin en zenginleri geçtiğimiz hafta büyük servet kayıpları ile karşı karşıya geldiler.

Bu arada hemen küçük bir hatırlatma yapalım, televizyonlarda yorum yapan bazı ekonomist arkadaşlar, her nedense “bu bizi etkilemez, Trump gümrük vergilerinin hedefinde olan ülkeler arasında Türkiye’yi saymadı!” iyimserliğindeler. Bu arkadaşlara AB ile gümrük birliği ilişkisinde olduğumuzu, dolayısı ile bu iyimserlikten ziyade kötümser tablolara hazır olmalarını öneririm.

Trump’ın diğer dış politika ataklarına baktığımızda, şimdilik Grönland, Kanada ve Panama’yı ayırarak ülkemizin Kuzey’inde ve Güney’inde devam etmekte olan savaşlarla ilgili hareket tarzı pek çoğumuz açısından kabul edilebilir değil. Geçtiğimiz hafta sonu İsrail’in ABD destekli olduğu anlaşılan ve kendi bahanelerinin arkasına sığınarak yeniden Filistinlilere karşı insanlık suçu işlemesi, Husilere karşı ABD bombardımanı, Güneyimizdeki savaşın kolay kolay bitmeyeceğini bize gösteriyor.

Gelelim Kuzeyimizde olup bitenlere. Trump’ın Soğuk Savaş yıllarından bu yana doğal müttefiki olarak görülen diğer NATO ülkelerini ve bu ülkelerin en önemlilerinin yer aldığı AB’yi ve savaşın tarafı olan Ukrayna’yı dışlayarak ve sadece Putin Rusya’sını muhatap alarak savaşı çözme girişimleri, daha doğru ifadesiyle Ukrayna’nın nadir madenlerine birlikte çökme planları nasıl bir algıya yol açıyor?

AB Zirvesi bu görünüm altında iki konu başlığı ile toplanıyor. Trump’ın bu girişimlerine bağlı olarak, Fransa devlet başkanı Macron’un birkaç yıl önce ileri sürdüğü şekliyle beyin ölümü gerçekleşen NATO’nun yerine geçmesi gereken yeni Avrupa güvenliği meselesi birinci konu. İkincisi ise Ukrayna’ya sürdürülecek destek, diğer ifadesi ile Trump’ın girişimlerinin aksine, Zelensky’nin arkasında durmaya devam etmek. Anlayabildiğimiz savaş ABD’ye rağmen bitmez!

Türkiye’nin de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından temsil edilmesi beklenen bu zirve öncesinde iki mesaj ön plana çıkıyor.

AB, ABD’nin silahları seviyesinde kendi güvenliğini sağlamak için önümüzdeki 4 yılda 800 milyar Euro savaş sanayiine yatırım yapmak zorunda. Bu durum zaten ekonomisi zor durumda olan AB ülkelerini nasıl etkiler? Önemli bir bilinmezlik. Bilinen tek şey, AB ülkelerinin refah toplumu modelinden güvenlik toplumu modeline geçeceği, bunun da önümüzdeki yıllarda aşırı sağı güçlendirmeye devam edeceği.

İkinci mesaj ise doğrudan bizi ilgilendiriyor.  Türkiyesiz bir Avrupa güvenlik modeli inşa edilemez. Hani yıllar önce Soros’un bütün fütursuzluğu ile ifade ettiğine mi geliyoruz? Türkiye’nin AB’ye tak katkısı ordusu mu?

Bence hayır. Evet Türk ordusunun bundan sonra Türkiye/AB ilişkilerinde oynayacağı rol yadsınamaz. Ancak Türkiye’nin artan stratejik önemi ordu ile sınırlandırılamaz. Bundan önceki yazılarımızda da sıkça değindiğimiz enerji geçiş yollarındaki varlığımız, diğer ifadesi ile AB ülkelerinin enerji tedarik güvenliği çerçevesindeki rolümüz, en az ordumuzun rolü kadar önemli.

Bu iki olguya, doğu ile batıyı birbirine bağlayan ve ekonominin pandeminden bu yana en temel konularının başında gelen tedarik zincirinin kesintiye uğramaması için Türkiye’nin rolünü de ekleyebiliriz. Kuzey’deki ve Güney’deki savaş süre gittiğince bütün yollar Türkiye’nin de içinde bulunduğu orta kuşaktan geçiyor.

Bütün olup biteni alt alta sıraladığımızda, dönemin ruhunun Türkiye’yi merkeze oturttuğunu ifade etmek mümkün. Peki mutlak bir iyimserlikle, biraz da İsmet Paşa’nın söyleminin yeni versiyonuyla, “yeni bir AB kurulur, Türkiye’de yerini bulur!” diyebilir miyiz?

Ne yazık ki içeride yaşadıklarımız bu kadar iyimser olmanın önündeki en büyük engel. Demokrasiye olan güven, hukukun üstünlüğü konusundaki ciddi güven erozyonu, insan hakları ve azınlığın korunmasındaki müesses nizamın kurulamayacağı konusundaki endişeler, iyimserlikten ziyade kötümserliğe yol açıyor.

Reel politikanın getirileri ile değerler manzumesinin örtüştürülememesi ne yazık ki yapılan yanlış hesapların bir sonucu. Bir an düşünün değerler manzumesine uyum sağlamaya niyetli bir görünüm çizebilsek, diğer ifadesi ile Ankara kriterlerinden vaz geçtik, tekrar Kopenhag siyasi kriterlerine dönüyoruz diyebilsek. İktidarın en fazla mustarip olduğu ekonomimiz daha iyiye mi ya da kötüye mi gider?

Yanlış hesaplardan dönmeye hem dünyanın hem de bizim çok ihtiyacı var…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *