Ayrıcalıklı ortaklık mı

ABD’de yayımlanan dış politika dergisi Foreign Policy’de Türkiye’nin AB ilişkileriyle ilgili dikkat çekici bir yazı yer aldı. “Türkiye Şimdi Avrupalı Bir Güç Olmak İstiyor” başlıklı yazıda 2 Mart’ta İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in girişimiyle Londra’da düzenlenen Ukrayna’yla ilgili toplantıya Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın katılmasıyla Ankara’nın “gönüllüler koalisyonu”nun bir parçası haline geldiğinin altı çiziliyor.
AB’nin 6 Mart toplantısından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna’ya asker gönderilebileceği sinyalini verdiğine dikkat çekilen yazı şöyle devam ediyor:
“Geçen hafta Fransa ve İngiltere’nin girişimiyle 30’dan fazla ülkenin genel kurmay başkanları ve savunma bakanları Paris’te Ukrayna’nın güvenliği ve ülkeye uluslararası barış gücü gönderilmesi imkanlarını araştırmak için toplandılar. Bu arada Erdoğan Avrupa’da kilit noktadaki ülkelerle de ilişkileri sıkılaştırma peşinde. Polonya Başbakanı Donald Tusk 12 Mart’ta Ankara’ya giderek Ukrayna ve Avrupa’nın güvenliği konularını ele aldı.”
Ankara’nın Avrupalı liderlerle askeri konularda daha derin ilişkiler kurmayı hedeflediğine işaret edilen yazının çok ilginç bölümleri şöyle:
“Türk savunma sanayii, Brüksel’de hala tartışma konusu olan savunma harcamaları fonundan pay almak isteyecektir. Ancak ortadaki sorun şöyle: Fransa bu fondan sadece AB ülkelerindeki şirketlerin yararlanması gerektiğini, üçüncü ülkelerin bunun dışında tutulmasını savunuyor. Öte yandan Brüksel’de kimileri de Türkiye gibi kritik önemde üçüncü ülkelerin de bu fondan yararlanabilmeleri görüşünde”
Yazının bundan sonrasında Türk vatandaşlarının hala zorlukla Schengen vizesi alabildikleri vurgulanıyor. Devamı şöyle:
“Ankara Avrupa’yla yeniden birlikteliğinin sadece Ukrayna’nın savunmasıyla sınırlı kalmamasını, ilişkilerin çok daha geniş kapsamlı olmasını istiyor. AB’yle tam üyelik görüşmeleri 15 yıldır askıda. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bu hafta göz altına alınması Erdoğan rejiminin daha da otoriter hale geldiğini gösterdi. Avrupa’ya Türkiye’den milyonlarca insanın göç edeceği korkusu iki taraf arasındaki ilişkileri iyice germişti.
“Bugün artık tam üyelik hayal olsa bile, yıllar önce Alman Hıristiyan Demokratlar’ın Türkiye için ön gördüklerı ‘ayrıcalıklı ortaklık’ statüsü yeniden gündeme gelebilir. Bunun bir ayağı daha derinleştirilmiş bir Gümrük Birliği Anlaşması oluşturmak, bir başka ayak da sadece Ukrayna’nın savunması konusunda işbirliği değil, Suriye’nin yeniden inşası ve savunmasına katkı olabilir.
“İngiltere gibi stratejik öneme sahip bir ülke de AB üyesi değil. Dolayısıyla bu çalışmalarda Türkiye kendini yalnız hissetmeyecektir. “
AB’nin Türkiye’ye iç siyaset uygulamalarında baskı yapma gücünü çoktan kaybettiğine dikkat çekilen yazı şöyle son buluyor:
“Türkiye’de demokrasiye yeniden dönüş, şartlar ileri sürmek ya da baskıyla değil sadece kendi halkı ve elit sınıfın iradesiyle mümkün olur. Ancak bütün karanlık görünümüne rağmen Türkiye’de umut ışığı doğmuyor değil. Örneğin Erdoğan’ın 2024 yerel seçimlerini kaybetmesi ve muhtemel bir Kürt açılımı cesaret verici gelişmeler.
“Rusya Lideri Putin ve ABD Başkanı Trump gibi kişiliklerle muhatap olmak zorunda kalan Avrupa yeniden şekilleniyor. Bu da Türkiye’ye, yeni kuralların bulunduğu bir uzlaşmayla Avrupa kulübünün tam üyesi olması şansının kapılarını açıyor. Türkiye bu fırsatı heba etmemelidir.”
Yazı böyle de hangi irade Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açacak ve Avrupa’yla bütünleşmesini sağlayacak? Ankara’da böyle bir irade var mı? Aksine! Yazıda da belirtildiği gibi, Türkiye’nin dev metropolünün başkanı İmamoğlu’nu göz altına aldıran, daha mahkeme aşamasına gelinmemişken bütün mal varlığına el koydurtan irade hangi AB normlarına uyacak? Bırakın tam üyeliği, ayrıcalıklı ortaklığı yakalaması bile çok zor. Diyelim ki Türkiye AB’yle ayrıcalıklı ortaklık statüsünü elde etti. Batılılar briç oynarken bizimkiler pişpirik masasından kalkmazsa ne yapacağız?