İstanbul
Hafif yağmur
9°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
38,0015 %0.51
41,3984 %-0.26
3.706,57 % 0,04
85.580,88 %2.052
Ara

Beyin göçü savaşları veya zekânın büyük kaçışı: Türkiye neden tutamıyor?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Beyin göçü savaşları veya zekânın büyük kaçışı: Türkiye neden tutamıyor?

keyveni

Beyin göçü, daha doğrusu entelektüel insan göçebeliği… Aslında bir savaş. Sessiz ama derin izler bırakan…

21. yüzyıl, bize bilginin artık sadece öğrenilen bir şey olmadığını gösterdi. Bilgi artık güçlü bir araç, ülkelerin küresel güç mücadelesindeki en önemli silahı haline geldi. Ülkeler artık sınırlarıyla değil, bilgiyi elinde tutan insanlarıyla ve onların yarattığı değerlerle tanınıyor.

Kapitalizmin yeni sömürgeciliği; en parlak akılları, en iyi imkanları sunarak kendine çekiyor.

"Parlak beyinlerin dolaşımı" diyenler yanılıyor; bu, basit bir dolaşımdan çok, dönüşü olmayan bir gidiş… En azından bizim gibi ülkeler için.

1960'lardan itibaren dünyada entelektüel güç dengeleri yeniden şekillendi. Soğuk Savaş döneminde bilim insanları ve mühendislerin Doğu’dan Batı’ya göçü yaşanırken, 1990'lardan sonra bu hareketlilik çeşitlendi. Artık sadece mühendisler ve bilim insanları değil; sanatçılar, akademisyenler, doktorlar ve yaratıcı yetenekler de göç edenler arasına katıldı. Bu durum, bilgi ve kültür merkezlerinin yoğun bir biçimde Batı’da toplanmasına, göç veren ülkelerin ise entelektüel zenginliğini kaybetmesine neden oldu.

Bu durumda bu savaşın kaybedeni kim?

***

Bugün, ekranlar ve sosyal medya aracılığıyla "Memlekete dönün" çağrıları yapılıyor. Ancak gidenlerin çoğu dönmeyi düşünmüyor.

Neden?

Sorunun yanıtı, sadece para değil. Sadece kariyer imkanları da değil. Bir bütün olarak atmosfer… Yani fikrin, bilginin, emeğin değer gördüğü, özgürce şekillendiği bir ekosistem meselesi. "Bir kuş, neden kafeste kalmayı seçsin ki, eğer uçabiliyorsa?"

Beyin göçü, bireysel bir karar gibi görülse de aslında kolektif bir gerçekliktir. Gilles Deleuze'un dediği gibi, göçebelik sadece coğrafi bir hareket değildir, aynı zamanda entelektüel ve kültürel bir hareketliliktir. Göç eden her birey, yanında bir ülkenin hafızasını, potansiyelini ve geleceğini de götürüyor.

Asıl soru şu: Bunca insanı neden tutamıyoruz? Cevabı, sadece ekonomik faktörlerde aramak, meseleyi yüzeysel okumak olur. Bir ulusu ayakta tutan sadece maaşlar değil, bir fikrin yeşerebildiği, özgürlüğün nefes alabildiği topraklardır ve eğer bu topraklar nefes alamaz hale geldiyse, sadece gidenlere kızmak kolaycılıktır.

Belki de soruyu değiştirmeliyiz: Gidenler mi memleketine haksızlık ediyor, yoksa kalanlar mı fazla tahammülkâr?

***

21. yüzyılın başındayız. Bilgi artık paradan daha hızlı dolaşıyor. Üstelik sınır, pasaport, vize tanımadan. Bu hıza yetişemeyen ülkeler ise entelektüel güçlerini bir bir kaybediyor. Beyin göçü, aslında sessiz bir savaş. Kazananı belli… Kaybedeni ise hep yarını bekleyen, geleceğini sürekli erteleyen toplumlar…

Eskiden fabrikalarda beden gücü, tarlalarda alın teri değerliyken, şimdi yeni çağın sermayesi bilgi. Bilgi ise sahibinin peşinden dünyayı dolaşmakta kararlı.

Bu savaşta Türkiye neden kaybeden tarafta? Neden en parlak zihinler, diplomalarını valizlerine koyup, “o güzel atlara binip” gidiyorlar? Neden demirin tuncuna kalıyoruz…

Artık bavullarını toplayan sadece mühendisler ve beyaz yakalılar değil üstelik; şimdi onlara nitelikli mavi yakalılar da katılıyor… Fabrikalar, laboratuvarlar, atölyeler boşalıyor. Telafisi güç bir kayıp yaşanıyor.

Peki neden gidiyorlar? Basitçe: Geleceği göremiyorlar. Türkiye'deki ekonomik istikrarsızlık, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, yer yer inovasyonun önündeki engeller…

Çünkü zeki, yaratıcı ve yenilikçi bireyler için bir ülkede doğrudan hava kirliliği gibi hissedilen bir baskı varsa, beyin göçü kaçınılmaz oluyor. Çünkü bu çağda bilgi sadece özgürce dolaşmakla kalmıyor; değer gördüğü, rahat nefes alabildiği yerde yeşeriyor.

***

Cumhuriyet, Atatürk'ün liderliğinde sadece 15 yılda uçak fabrikaları, ağır sanayi tesisleri, demir-çelik fabrikaları, havagazı fabrikaları, mühimmat fabrikaları, şişe-cam fabrikaları, kağıt ve karton fabrikaları, demir ocakları, tersaneler, çimento fabrikaları, dokuma fabrikaları ve okullar, okullar, okullar kurmuştu. Osmanlı'dan devralınan topraklar yeniden hayat buluyordu; ülkenin dört bir yanında toprağın verimini artırmak için gereken her şey yapılmış, tarımın önü açılmıştı. Tarlalar havalandırıldı, kanallar açıldı, çiftçiler bilinçlendirildi. Cumhuriyet’in ilk yılları, adeta küllerinden doğan bir ülkenin destansı yükseliş hikâyesiydi.

II. Dünya Savaşı henüz başlamadan önce, Hitler’in ayak sesleriyle birlikte Avrupa’dan kaçıp Türkiye’ye gelen, Atatürk tarafından 1930’lu yıllardan itibaren ülkeye kabul edilen özgürlükçü bilim insanlarının, akademisyenlerin de desteğiyle toplum aydınlatılıyordu.

Cumhuriyet tüm bu fırsatları yoktan var etmişti. Savaştan yeni çıkmış bir ülke kısa zamanda inanılması güç başarılara imza atmıştı. Ancak sonra ne oldu? Tüm bu kazanımlar bu kez vardan yok edilmeye başladı… Gelen iktidarların çoğu Cumhuriyet kazanımlarını koruyamadı; hunharca sattı, dağıttı, talan etti, yağmaladı. Bugünlere kadar böyle böyle gelindi…

Bu süreçte, ülkeyi asıl yönetmesi gereken, ileri taşıyacak olan pırıl pırıl beyinler sessizce göç edip gitmeye başladı. Zaten gitmeyenlerin önleri her dönemde kapatıldı; 12 Martlar, 12 Eylüller… Düşünen beyinler içeri tıkıldı, her dönem bedel ödeyen taraf oldular.

18 Mart Çanakkale Zaferi'ni daha yeni andık. O bedeli ödeyenler, ulusal kurtuluş mücadelesini verenler, bu ülkenin yetenekli ve parlak zihinlerinin kendi topraklarında filizlenip güçlenmesi, toplumun refahı ve insanlık onuruna yakışır bir düzen kurulabilmesi için savaştılar.

Henüz lise çağındaki gençler, vatanlarını savunmak için cephelere koştular. Galatasaray Lisesi gibi nice okuldan öğrenciler, eğitimlerini bırakıp cepheye gittiler. Galatasaray Lisesi, 1912'de 60 mezun verirken, 1915'te bu sayı 18'e, 1916'da ise sadece 4'e düştü… İstanbul Lisesi 50 öğrencisini şehit verdi. Balıkesir Erkek Muallim Mektebi’nden o yıl sadece 2 kişi mezun olabildi… Vefa Lisesi ve Çapa Erkek Öğretmen Okulu hiç mezun veremedi… Tıbbiye'nin 756 öğrencisinden 356’sı Çanakkale’de şehit düştü…Tıbbiye-i Şahane 1921 yılında hiç mezun veremedi… Bu gençlerin ardında bıraktığı boş sıralar, Çanakkale’de verilen destansı mücadelenin bedelini anlatan ve bir daha asla doldurulamayacak boşluklar olarak tarihin sessiz tanıklarıydı…

Bu savaşlar, coğrafyamız emperyalist çizmeler altında ezilmesin, saldırıya ve işgale uğramasın diye verildi. Topraklarımız yeşersin, canlansın diye döküldü kanlar. Şimdi ise tüm bunları başarabilecek öz’e sahip, fakat umutları ve hayalleri tükenen o değerli zihinler batıya, emperyalist güçlere gidiyorlar.

Gitmeyenlerin bir kısmı da zaten yurt içindeki uluslar arası tekellerde, yabancı dev şirketlerde çalışıyor. Zira ülke sanayimizin ve ticaretimizin büyük çoğunluğu, yüzde 70 oranında yabancıların elinde. Uluslararası şirketler, parlak gençlerimizi hem burada hem de dışarıda kendi çıkarları için kullanıyor. Ülke, kendi beyinlerini içeride ve dışarıda yabancı sermayenin hizmetine sunmuş durumda…

***

Bugünkü iktidarın ülkeye verdiği zarar ortada. İşsizlikte, yolsuzlukta, adam kayırmada, liyakatsizlikte, kötü yönetimde hep başı çekiyoruz. Ekonomide, demokraside, insan haklarında, hukukta ise hep en dipteyiz. Bu ülkeyi öyle iki uçtaki en’lere teslim etmişiz ki; yukarı tükürsek bıyık, aşağı tükürsek sakal…

Bir tarafta ülke, kendi cellatlarına tapınır vaziyette, diğer tarafta ise yağmurdan kaçarken doluya tutulmayı göze alanların elinde…Tiranlardan kurtulmak isteyenler, ne yazık ki yeni tiranlıklara kapı açıyorlar. Tiranlar savaşı bitmek bilmiyor…

Bu iki cephede yer almak istemeyen, kendi ayakları üzerinde durabilen, zekâsına, bilgisine ve birikimine güvenen insanlar artık çareyi doğup büyüdükleri topraklarda değil, yaban ellerde arıyor. Bir insanın doğduğu toprakları, köklerini terk edip gitmesi hiç kolay değildir; ama artık mecburlar. Çünkü dünden bugüne ülkeyi yönetenler, bu yeteneklerin kendi topraklarında yeşermesine, zekâlarına, birikimlerine göre bir hayat sürmelerine, çalışıp üretmelerine, ülkeyi kalkındırmalarına ve toplumu ilerletmelerine müsaade etmiyor, etmeyecek…

Zaten insanlar burada hak ettikleri değeri görmüyor. Yeteneklerinin karşılığı olan çalışma ortamlarını bulamıyor, emeklerinin karşılığını alabilecekleri bir düzen, hakkaniyetli, liyakatlı bir sistem yok. Üç kuruşa değersizleştirilip, sömürülmek isteniyorlar.

Onları değerleriyle kucaklayan, emeklerinin karşılığını hakkıyla veren ülkeler varken, neden kalsınlar?

***

Türkiye son 20 küsür yıldır, sanki bir kara deliğin içine çekiliyor. Eğitimden ekonomiye, hukuktan siyasete, her alanda artan baskı ve cahilleştirme politikaları, nitelikli iş gücünü Avrupa’nın, Amerika’nın kollarına itiyor. Genç beyinlerin sırtına yüklenen ekonomik kriz, işsizlik ve enflasyonun ağır yükü, radarlarını dışarıya çevirmelerine yol açıyor. Bu yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda siyasi ve sosyal bir kaçış. İfade özgürlüğünün daraldığı, yargının bağımsızlığını yitirdiği ortamda, gençler hayallerini dışarıda kurmayı tercih ediyor.

Avrupa, sadece yüksek maaş değil; saygı, sosyal haklar, kariyer ve özgürlük vadediyor.

Artık Türkiye, beyin göçü değil, bir tür "beyin kaçışı" yaşıyor. Nitelikli insanlar için ülkeyi terk etmek bireysel bir macera değil, adeta sosyal bir mecburiyet…

Bu göç, basit bir seyahat değil, sessiz bir isyan. Ve bu isyanın ülkeye faturası çok çok ağır…

***

TÜİK’in verilerine göre, 2015 yılında yüzde 1.6 olan beyin göçü oranı, 2023 yılında yüzde 2'ye yükselmiş. Bu oran erkeklerde yüzde 2.4'ü buluyor.

Beyin göçü deyince yüzde 2 küçük bir rakam gibi görünse de, gerçekleri Prof. Dr. Behçet Yalın Özkara bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor; ODTÜ ve Bilkent Bilgisayar Mühendisliği bölümü mezunlarından gidenlerin oranı yüzde 40!. Boğaziçi Üniversitesi'nde bu oran yüzde 37, Bilkent’te yüzde 40!

Yazılımcısı, genetik uzmanı, diş hekimi, sosyoloğu, psikoloğu da gidiyor…

İlk 100’e, ilk 1000’e giren Cerrahpaşalı, Hacettepeli doktorlarımız, cerrahlarımız gidiyor… Zorunlu hizmetlerini tamamlar tamamlamaz kendilerini yurt dışına atıyorlar.

Sorun tam da burada; bizden gidenler her seviyeden gitmiyor, ortalama değil. En iyiler gidiyor. En iyiler çok büyük oranlarda gidiyor! İstanbul Erkek, Robert Kolej, Türk-Alman Lisesi gibi okullarda mezunların neredeyse tamamı yurt dışına gidiyor, oranlar yüzde 100’e dayanmış durumda, düşünebiliyor musunuz…

Tarihin belki de hiçbir döneminde böylesine dramatik bir göç dalgası yaşanmamıştı.

Bugün gençlere "Gitmeyi düşünüyor musunuz?" diye sorulduğunda cevaplar artık değişti. Eskiden dostları, arkadaşları buradaydı, kalmaları için sebepleri vardı. Şimdi ise dostları zaten gitti, onları orada bekliyor…

Gidiyorlar ve biz sadece bakıyoruz…

***

Türkiye’nin nitelikli iş gücü, özellikle mühendis ve teknoloji uzmanları, sessiz sedasız Avrupa’ya taşınıyor. Bu kaçışın, Türk sanayisinin bel kemiğini kırmaya başlaması an meselesi. Fabrikalarda üretim düşüyor, rekabet gücü zayıflıyor. Çünkü yaratıcı fikirlerin ve inovasyonun sahipleri gidiyor.

Nitelikli kadronun göçü, Türkiye’nin sadece bugünü değil, yarınını da tehdit ediyor. Teknoloji ve mühendislik sektörleri uzman kadro bulmakta zorlanıyor. Daha iyi ücret, güçlü sosyal haklar, kariyer fırsatları, iyi bir ülke ekonomisi, adil bir yönetim, güvenli bir toplumsal yaşam sağlanmadıkça, yani hem insan kaynakları politikalarında, hem de yönetim politikalarında önemli reformlar hayata geçirmedikçe bu kaçışı durdurmak mümkün görünmüyor.

Son dönemlerde, yurt dışına giden yeteneklerin geri dönüşünü amaçlayan "dairesel döngü" modeli tartışılıyor. Bu model, özellikle Asya ülkelerinden yurt dışında eğitim görüp profesyonel tecrübe kazananların ülkelerine geri dönmesiyle elde edilen başarılı örneklere dayanıyor. Bu yaklaşıma göre, gidiş-dönüş dengeli olduğunda beyin göçü olumlu sonuçlar doğurabilir. Ancak Türkiye’nin mevcut durumu düşünüldüğünde, bu model ne yazık ki bugün ve yakın gelecekte gerçekçi görünmüyor.

Çünkü kutuplaşmanın derin, adaletin kıt ve ekonominin darboğazda olduğu bir ortamda, gidenlerin geri dönüşünü beklemek, iyimserlikten öteye geçemiyor.

Sistem acilen ve radikal bir şekilde düzeltilmeye muhtaç.

Bugün yaşananlar sıradan bir göç hareketinden çok daha ötesi; modern dünyanın yeni sömürü biçimi. Eskiden madenlerimizi, toprağımızı ve sularımızı sömürenler, uzunca bir süredir gözlerini nitelikli beyinlerimize dikmiş durumda. Artık hedefte yer altı kaynakları değil, doğrudan toplumun zihin gücü var.

Milletlerin zihni, yaratıcılığı ve geleceği sessizce ve bir damla kan dökülmeden başka diyarlara taşınıyor. Bu düzende zihnini kaybeden bir ülkenin yeniden doğrulabilmesi, ayakta kalabilmesi imkânsıza yakın bir mucize… Tarih, bunu bize acı bir ders olarak sunmaya kararlı görünüyor.

Sadık ÇELİK

[email protected]

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *