İstanbul
Parçalı az bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,7549 %0
37,3001 %-0.61
101.854,42 %2.576
3.176,44 0,81
Ara

Ağustos böceği ile karınca

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Ağustos böceği ile karınca

Sonunda beklediğim gün geldi çattı adamım. Bayıltıcı çiçek kokularının burnuma dolmasından, etrafımdaki her şeyin, tüm o yıldızların, çiçeklerin, bende önce esaslı bir ağlama, birkaç dakika sonra da deli gibi gülme isteği yaratmasından, beklediğim günün yaklaştığını biliyordum zaten. Gün gelmişti işte adamım…

Sonra bir gece gökte koşarak yükselen ve ansızın görünmez bulutlara asılarak, kocaman bir altın tepsi gibi yeryüzünü seyre duran ayı gördüm. İnan aydan altın tozları savruluyordu. Aydan minnacık kandiller, ufacık ama hepsi de pırıltılı ışıklarla yanan mumlar savruluyordu. Ay tozları ile uzak yıldızlardan kopup gelen alacalı yıldız tozları, yüzüme vuruyordu. 

Geri geri yürüyerek eve doğru çekildim. O ayı, o şimdi kandil gibi yanan yüz binlerce yıldızı ürkütmek istemiyordum. 

Gözlerimi aydan hiç ayırmadan evden içeriye girdim. Geçen Ağustos’tan beri dokunmadığım Fender gitarı el yordamıyla buldum. Bilirsin, hani şu ‘Stratoscer Hss’ olanı. Amfi falan hep hazırdı zaten. Yüzümü aydan hiç ayırmadan, girişteki basamaklara oturdum adamım. 

Gözlerim bir mıknatıs gibi aya mıhlanmış, çalmaya koyuldum. Bildik, bilmedik ne kadar blues varsa öttürüyordum adamım. Önce Broken Hearted, Lonesome Dog, Big Fat Woman gibi hüzünlü parçalar çaldım. Sonra aydan yağan tozlar hızlanır gibi oldu ve benim de parmaklarım kendiliğinden hareket etmeye başladı. 

Öyle hızlı akor basıyordum ki, kendi parmaklarımı göremiyordum adamım. Boom Boom’da öyle bir ritim tutturdum ki, Hooker duysa bana ana avrat dümdüz giderdi kuşkusuz. There Is One Every Crovd’u usulünce çaldım ve son parça olarak da elbette August’u tıngırdatmaya koyuldum… 

İşte tam o sırada komşum olacak o kişi bahçeye fırladı ve bana bağırmaya başladı adamım. Gecenin bu saatinde gürültü yapıyormuşum, bütün bir ay böyle saz çalarsam, kış gelince günümü görürmüşüm, biraz çalışmam lazımmış, acık biriktirmem lazımmış, kıyıya köşeye üç beş koymam gerekmiş falan. Bağırdı da bağırdı. 

Sonunda nefesi kesildi ve sustu. İşte o zaman ben veryansına başladım. Yaptığım şeyin gürültü değil müzik olduğunu belirttim. Onun gibi çalışmaktan ve biriktirmekten başka bir şey bilmeyen birinin, bunu anlamasının elbette zor olduğunu da ekledim. 

Sana anlatmıştım adamım. Geçen kış meteliksiz bir günümde büyük bir hata yaparak bunun kapısını çalmış ve üç beş kuruş rica etmiştim. Bana ne dediğini biliyorsun değil mi adamım? Bu herif bana “bütün bir yaz çaldın saz, şimdi de oyna biraz’’ diye hakaret edip, sepetlemişti beni… 

Söylesene adamım, biriktirmek ne demek? Herkes kendi ihtiyacı kadar üretse, fazlasını da komşuları ile paylaşsa fena mı olur? O zaman eğlenmek, gitar çalmak, sevişmek için çok daha fazla vaktimiz olur ve şu çirkin dünyada güzelce yaşar gideriz. 

Neyse adamım. Bunlar derin konular ve beni aşar. Uzat şu gitarı… 

                                   xxxxxx

Ünlü masalcı La Fontaine, belki de en bilinen fablı olan ‘Ağustos Böceği ile Karınca’yı böyle yazmadı elbette. Masalın bu çeşidini ben kurguladım. La Fontaine masalını bu şekilde yazamazdı çünkü onun görevi insanlara ahlak dersleri vermekti ve bu dersler, egemen sınıfların, yöneticilerin, o sıralarda enikonu palazlanan ticaret burjuvazisinin, çalışmanın en büyük erdem olduğunu söyleyen kilisenin görüşlerine uygun olmalıydı. İnsanlar çalışmalı, biriktirmeli ve alabildiğine bencil davranarak, kapı komşusu gözünün önünde açlıktan yere yıkılsa bile ona asla yardım etmemeli ve üstelik onu aşağılamalıydı…  

Fabl adı verilen hayvan masallarının Ezop’la birlikte en tanınmış adı olan Fransız şair ve yazar Jean de La Fontaine, zengin bir ailenin çocuğuydu. Paris’in seçkin kolejlerinde okudu.

Bir süre memurluk yaptıktan sonra asıl tutkusu olan edebiyata yöneldi. İlk masallarını da bu dönemde yazdı.  La Fontaine, horoz, tilki, karga, aslan, eşek, cırcır böceği, karınca gibi hayvanlar arasında geçen masallarında büyük ölçüde zamanının egemen ahlak anlayışını, zengin olmayı övdü.  
Jean de La Fontaine, 13 Nisan 1695’te Paris’te öldü. Müzik yaparak yalnız başına bir ömür sürmekten hoşlanan Ağustos böceği ise kitap sayfalarında yaşamaya devam etti.  
Siz hangisinden yanasınız?

Ağustos böceği mi yoksa karınca mı sizin kahramanınız?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *