Huntington stratejisi: Atatürk’ün mirasını reddettirme
Batının en büyük korkusunun Atatürk olduğu, son gelişmelerle bir kez daha ortaya çıktı. Birçok kafa karıştırıcı yorum ve tartışma bir kenara itilip, genel tabloya bakıldığında, Müslüman ülkelerin, giderek üstte Taliban anlayışı veya onun biraz daha ılımlısı ama kesinlikte Atatürk’e, laikliğe düşman modellerinin hızla etkin, güçlü hale geldiği ve Türkiye’yi çevrelediği söylenebilir.
Neredeyse, Şam yönetimini ele geçiren HTŞ, Taliban, El Kaide, DEAŞ gibi değil diye bayram yapılacak. Gerçekte, öyle olup olmayacakları da önümüzdeki aylarda görülecek.
Öte yandan yıllarca Esat yönetimini, bütün zulümlerine rağmen ayakta tutan devletler, kendi ülke çıkarları için değil de, sanki Esat laik olduğu için desteklemişler gibi yapılıyor. “Esat çok kötüydü, zorbaydı gitti; o halde laiklik de kötü.” görüşü yayılıyor.
Bütün bunların, Müslüman dünyada, laikliğin saf dışı bırakılmasına yönelik, yıllar önce hazırlanmış stratejik planlar olmadığını kim söyleyebilir?
Huntington ve Atatürk’ün mirası
“Türkiye, İslam’ın çekirdek devleti olmak için gerekli tarihe, nüfusa, orta düzey bir ekonomik gelişmişliğe, ulusal birliğe, askeri yetenek ve geleneğe sahiptir. Gelgelelim, Atatürk’ün Türkiye’yi net bir şekilde laik bir toplum olarak tanımlaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu rolü Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralmasını önlemiştir. Türkiye, anayasasındaki laiklik ilkesine bağlılığıyla, İslam Konferansı Teşkilatı kurucu üyesi bile olamamıştır. Türkiye kendisini laik bir ülke olarak tanımladığı sürece İslam’ın liderliğine soyunma olasılığı yoktur. Bununla birlikte, Türkiye, kendisini yeniden tanımladığı takdirde ne olur? Türkiye bir noktada batı dünyasına üyelik için yalvarıp duran bir dilenci olarak oynadığı hüsran verici ve aşağılayıcı rolden vazgeçip, batının temel İslami muhatabı ve düşmanı olarak oynadığı çok daha etkileyici ve onurlu tarihsel rolü yeniden üstlenmeye hazır hale gelebilir.”
“Türkiye, laikliği kaldırırsa lider olur”
“Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’daki Müslümanlarla kapsamlı tarihsel bağlantılara sahip olması bakımından Türkiye’nin Müslüman ülkeler arasında benzersiz bir yeri vardır. Türkiye’nin sonuçta bir ‘Güney Afrika’ rolü kotarması hiç de mantık dışı değildir: Güney Afrika’nın ırk ayrımcılığını ilga etmesi gibi, Türkiye de kendine yabancı olduğu gerekçesiyle laikliği kaldırıp, kendi medeniyet kümesinde bir parya konumundan çıkarak bu medeniyetin lideri haline gelebilir.”
“Atatürk mirasını reddetmek”
“Laiklik ve demokraside Batı’nın iyi ve kötü yanlarını yaşayıp görmüş olan Türkiye, İslam’a liderlik etme vasfını kazanmış olabilir. Ama bunu yapabilmek için Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha eksiksiz bir şekilde reddetmek zorunda kalacaktır. Böyle bir hamle aynı zamanda, Atatürk kalibresinde bir lideri, Türkiye’yi bölümlü ülke olmaktan çıkarıp, çekirdek bir devlet haline getirmek için gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde toplamış olan bir lideri gerektirir.”
Stratejik plan yürürlükte
ABD Savunma Bakanlığı danışmanlığı da yapmış, batının önde gelen stratejistlerinden Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması kitabında, yukarıdaki satırları yayınladığında, yıl henüz 1996 idi.
Aradan geçen 28 yıl boyunca, bu stratejinin gerçekleşmesini sağlayacak çok önemli gelişme ve değişiklikler oldu. Öyle ki, diğer partileri hiç dikkate almasak bile, Atatürk’ün kurduğu CHP’nin de laikliği savunmayı terk ettiği ya da laikliği korumak adına bir şey yapmadığı bir Türkiye var artık.
Osmanlı mirasına dönüş
Huntington, 1997’de Türkiye’ye gelerek, Sermaye Piyasası Kurulu’nun konferansında yaptığı bir konuşmada ise son yıllarda çokça duyduğumuz Osmanlı mirasına dönülmesinin zamanının geldiğini, daha o tarihte anlatıyor.
“Şunu açıklamalıyım ki, burada herhangi bir siyasi partiye atıfta bulunmuyorum ancak en azından medyanın bir kısmı, belki de Türkiye’yi modernleştirmek için girişilen, batılılaşma çabalarını tekrar gözden geçirmenin, doğu Asya modelini örnek alarak, Türkiye’nin kültürel ve dini geleneklerini canlandırmanın ve İslam ve Osmanlı mirasının üzerine modern bir ekonominin ve demokratik bir siyasetin inşa edilebileceğini göstermenin zamanının geldiğini düşünebilir. (…) İnanıyorum ki, Türkiye, eğer İslami bir anlayışla kalkınmayı ve demokrasiyi birleştiren bir model olabilirse, bundan hem Türkiye hem de dünya faydalanacaktır.”
“Kökten dinci tehdit”
Huntington, bu konuşmasında ilginç bir şekilde, dünyada genel olarak dine dönüş eğiliminin olduğundan ve “kökten dinciliğin” tehdit olabileceğinden söz ediyor.
“Bazı hallerde, İslami kökten dinciliğin demokrasiyi tehdit edebileceğini, ancak daha önemlisi, İslami kökten dinciliğin Müslüman ülkelerdeki demokrat olmayan rejimleri de tehdit edebileceğini düşünüyorum. Buradaki önemli nokta, nerede bir muhalefeti bastıran baskıcı rejim varsa, orada muhalefeti kökten dinciler tekellerine alırlar. Liberal ve demokratlar hemen silindikleri için, çeşitli otoriter Arap rejimlerinde ve diğerlerinde muhalefet, kökten dinci kimliğe sahip insanlara veya çok önemli dini liderlere kalmaktadır. Son 20-30 yılda dünyaya damgasını vuran bir gelişme de dinin geri dönüşüdür.”
Huntington’ın dile getirdiği bu gelişmenin, Afganistan’dan sonra Suriye’de olması, öngörülerinin doğru olduğunu gösteriyor.
Huntington ve laiklik
Huntington’ın, hem kitabı hem de konferanstaki konuşmalarında, “Türkiye’nin İslam’a dönüşünü” savunurken, aslında temel beklentisinin, Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelerden ayıran en önemli özelliği olan laikliğin kaldırılması olduğu görülüyor. Huntington’dan sonra da birçok batılı stratejistin, Türkiye’nin diğer Arap ülkelerindeki laik olmayan modele yönelmesini savunmasının, batılılar için Türkiye modelini tehdit görmelerinden kaynaklandığı ortaya çıkıyor.
Laik olmayan, meşrutiyet döneminde 1909’da yapılan anayasanın 5. maddesinde, “Padişah hazretlerinin yüce ve dokunulmaz benlikleri kutsal ve sorumluluk üstüdür.” deniliyordu. Oysa laiklikle, yöneticilerin kutsallığı, dokunulmazlığı kaldırıldı; dini inançlarına göre değil, yaptıkları işlere göre, seçimle gelip gidebilecekleri bir yönetim modeli kabul edildi. Laiklikten uzaklaşmayla birlikte, yöneticileri, siyasetçileri kutsallaştırma eğiliminin ortaya çıkmasının tesadüf olmadığı görülüyor.
Batının, Atatürk modelinin, diğer Müslüman ülkelerde yayılmasını hiç istemediği, radikal örgütlerin güçlenmesinin aslında Müslümanlara en büyük zararı verdiğini bilmeleri gerçeği de var.
Hıristiyanlık geriliyor
Huntington’ın kitabında, Türkiye’yi, laiklikten ve Atatürk’ten uzaklaştırmak için neden bu kadar çaba gösterdiklerini de farklı bir şekilde ortaya koyuyor.
Huntington, Müslümanların, dünya nüfusuna oranının hızla yükselirken, Hıristiyanların oranının düştüğünü belirtiyor.
Huntington, 1996 tarihli kitabında, Hıristiyanlığın, teknoloji, güç ve refah sahibi ülkelerin dini olmasına rağmen, yüzde olarak gerilemesinden rahatsızlığını ifade ederken, İslamiyet’teki yükselişin iki binli yılların ortalarına doğru, tüm Hıristiyan dünya, özellikle de ABD için çok hayatî bir tehdit oluşturacağını savunuyor.
Müslümanlığı, batı için tehdit olmaktan çıkaracak en önemli gelişmenin, 11 Eylül 2001’de Müslümanlık adına terör eyleminin gerçekleştirilmesi ve sonrasında da terör örgütlerinin sayısının artması olduğu söylenebilir.
2021’de Taliban’ın, Afganistan yönetimine gelmesinden sonra, 2024’te
HTŞ’nin, Esad rejimini devirerek Şam’ı kontrol eden bir örgüt olmasıyla, 11 Eylül ile başlayan süreçte yeni bir aşamaya gelinmiş oldu.
Terör örgütü listelerinde yer alanların, Müslüman ülkelerde yönetimde yer alıyor olmasının önümüzdeki süreçte, tüm İslam dünyasına hangi olumsuz yansımaları olacağını da, Müslümanlığa ilişkin dünyadaki olumsuz imajın artacağını da tahmin etmek zor değil.