Yaklaşık 200 yıldır konuşulan bir konu Sürdürülebilirlik. Bakmayın son 20-30 yıldır dilimize pelesenk oldu. Ortak bir tanım ve kavrayış da hala belirlenememiş olacak ki, yaklaşık 2 bin şekilde anlatabiliyoruz bu kavramı.
Sürdürülebilirliğin Tarihsel Gelişimi Sürdürülebilirlik konusundaki en bilinen ve kabul gören tanımlama girişimi, Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından 1987 senesinde yayınlanan “Ortak Geleceğimiz” raporunda bulunmaktadır. Komisyonun başında bulunan Gro Harlem Brundtland’ın ismine ithaf edilerek “Brundtland Raporu” şeklinde tanınan metinde Sürdürülebilir Kalkınma, “Gelecek kuşakların kendi gereksinimlerini karşılayabilme kapasitelerini tehlikeye atmadan bugünün gereksinimlerini karşılayabilen kalkınma” olarak tanımlanmaktadır.
Sürdürülebilirlik bugün, coğrafyadan ekonomiye, işletmeden sağlığa, sosyolojiden psikolojiye, eğitimden meteorolojiye, iklimbiliminden ziraata, ormancılıktan fiziğe; iletişimden işletme yönetimine, çevre mühendisliğinden enerji sistemlerine, kültürel araştırmalardan mimarlığa ve şehir planlamacılığına uzanan hemen tüm bilimsel disiplinlerin alanı ve çalışma konusudur.
Geçtiğimiz yıllarda katıldığım bir programda “Sürdürülebilir Tatil” kavramını anlatmaya çalışıyordum; orada bulunanlardan biri “bayılırım sürekli tatil yapmaya” demişti. Sürdürülebilir olmanın, süreklilik anlamına gelmediğini, dolayısı ile Sürdürülebilir Tatilin de sürekli tatil yapmak anlamına gelmediğini anlatmaya çalışmıştım. Tıpkı sürdürülebilir makamların sürekli makamların olmadığı gibi. Evet bir makamın sürdürülebilir olması ideal olandır. Yani bir makamın devamlılığı. Örneğin TBMM Başkanlığının devam etmesi gerektiği gibi ya da TRT Genel Müdürlüğü olmalı elbette. Veya Yargıtay Başkanlığı, Darüşafaka Cemiyeti, Şehit Aileleri Derneği, TEMA…. Çokça platform sayabiliriz. Bu kurumların devam etmesi, sürdürülebilir olması toplumsal düzen için olması gereken. Ancak bu kurumların aynı kişiler tarafından yıllarca yönetilmesi toplumsal bir sorun. Tıpkı 32 yıldır hiç değişmeyen başkanı ile Gazeteciler Cemiyeti gibi.
Önümüzdeki hafta merkezi Ankara’da bulunan Gazeteciler Cemiyeti’nin seçimleri var. Ve 32 yıldır başkan olan hatta başkan yardımcılığı da dikkate alındığında 45 yıldır yönetimde olan Nazmi Bilgin bu seçimlerde yine aday. Ancak bu kez tek aday yok. Nazmi Bey’in karşısına ilk kez bir gazeteci arkadaşımız aday olarak çıktı. Benim de bir dönem çalışma arkadaşım olan Nursun Erel’i yürekten destekliyorum. Ve Sevgili Nursun’un “Neden yönetime aday olduk?” başlıklı mektubunu burada paylaşmak istiyorum.
Neden yönetime Aday olduk?
Gazeteciliğe başladığımız yıllardan bu yana, Cemiyetin zaman zaman üye alımını durdurduğu bunun Kaş ve Kalkan’daki arazi varlığı ile ilgili olduğu, burada keyfi uygulamalar yapıldığı konuşulurdu. Son dönemde bu söylentilere, Avrupa Birliği ve çeşitli ülke elçiliklerinden Gazeteciler Cemiyeti adına elde edilen kaynakların keyfi kullanılışı da eklendi.
Son iki dönemde yönetim kurulunda görev aldığım için bu işleyişe bizzat tanık oldum. Yönetim kurulunda ilk günden bu yana yönelttiğim sorular, eleştiriler, çözüm önerileri ve bizzat yürüttüğüm projelerle aktif rol oynadım. Yönetim kurulu üyeleri toplantıları genel olarak sessizce, yorum yapmadan izlediği için bu tutumumuz tabii ki hoşnutsuzluk yarattı. Zaman zaman mobbinge varan bir baskı ile karşılaştım. Bütün bu yaşananlar Sayın Başkana hitaben kaleme aldığım belgeler, raporlar, hatta toplantıların “Zoom sistemi” ile yapıldığı dönemlerde kaydedilen görüntülerle sabittir.
Yönetim, birçok icraatı hem üyelerinden hem de yönetim kurulundan gizleyerek gerçekleştirmiştir. Cemiyet’in Kaş ve Kalkan’daki 300 milyon avro değerinde olduğu söylenen mülkleri bir vakfa devredilmek istenmiş, Vakıf Senedi yönetim kurulundan aylarca saklanmıştır. Üyelerin başvurusu sonucu mahkeme devri durdurmuş, ancak adli tatilde bu karar bozulmuş ve ilk mahkemeye geri gönderilmiştir. Vakıf senedine göre 16 daimî üyeden oluşan mütevelli heyeti, yönetim kurulu başkanını da içinden seçecek olup, bu yapı Cemiyet yönetim kurulunun vakıf karşısında etkisiz kalmasına ve tüm kararların daimî üyelerin isteği doğrultusunda alınmasına yol açacaktır.
AB’den gazetecilik projeleri için alınan fonların, katılımcılık ilkesinden uzak, kişisel ilişkiler ve belirli şahısların prestijini artırma amacıyla kullanıldığı iddia edilmektedir. Bu projelerdeki yönetim hataları nedeniyle Cemiyet’in kendi bütçesinden büyük miktarda harcama yapılmak zorunda kalınmış, Denetim Kurulu’na yapılan başvurular ise yanıtsız bırakılmıştır. Bu projelerde çalışan birçok nitelikli genç arkadaşımız da baskıya uğramış, istifa etmek durumunda kalmıştır.
Bu yaşananlarla ilgili olarak Başkan Nazmi Bilgin’e sunduğum çözüm önerileri dikkate alınmamış, adeta “Kol Kırılır Yen İçinde” denilmiştir. Bardağı taşıran damla ise son yönetim kurulu toplantısında “harcamaların detayını sormam” olmuştur. Bu detayın bana verilmeyeceği açıklandığı için o gün istifa ettim.
Bu durumu uzun süredir gözlemleyen değerli meslektaşlarımın ısrarları sonucu, “elimi taşın altına koyma” kararı aldım ve adaylığımı açıkladım. Ertesi gün Gazeteciler Cemiyetine dilekçemle giderek, 6 Ekim’de yapılacak Genel Kurul çalışmalarına hazırlık olarak üye listesini almak istedim. Ne yazık ki Sayın Nazmi Bilgin’e uzattığım elim havada kaldığı gibi, bir kadın olarak hiç hoş olmayan sözlerle de karşılaştım.
Sosyal medyada “Beyaz Sayfa” başlığıyla söylemlerimizi dile getiriyoruz, ancak Cemiyet yöneticileri açıklama yapmak yerine kulis yapmayı tercih ediyor. Gazetecilerin örgütlerine sahip çıkmalarını istiyoruz. Desteğinizi bekliyor, her türlü soruya açık olduğumuzu belirtmek istiyoruz.
Sevgi ve saygılarla
Nursun Erel
Sonuç itibarıyla Sürdürülebilirlik ve Süreklilik kavramlarını en iyi tahlil edecekler arasında olan biz gazeteciler, bu makamları, bize muhalif olanlar tarafından yıllarca kullanıldığında gösterdiğimiz tepkiyi aynı tarafta olduklarımız için de göstermeliyiz. Ülkenin yönetiminde değişmeyen iktidarları kıyasıya eleştirirken dönüp bir de kendimize bakmalıyız. Ülke kaynaklarının har vurup harman savrulduğunu eleştirirken bize emanet edilen kaynakları da adil ve dürüstçe kullanmalıyız. Unutulmasın lütfen, Mezarlıklar vazgeçilmeyenlerle doludur. Kalıcı olan itibardır.
Toplumca mutluluk, huzur, güven ve başarının sürdürülebilir olması için makamların sürekliliği geleneği ve saplantısından kurtulmamız gerekiyor.Değişim her alanda yaygınlaşmalı .Adaylığınızı candan kutluyor ve başarılar diliyorum.
Kutlarım. Çok yerinde, gerçekci bir analiz...Tabii ki anlayana...Tam yarım asır önce ayrıldığım bu cemiyette yönetimi ele geçirmek için tek fırsat bugün...Umarım Nursun kardeşimiz kazanır ve yeni kuşaklara hizmet sunar.