İstanbul
Açık
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
35,7880 %-0.02
37,3914 %0.21
104.853,59 %2.226
3.185,07 0,46
Ara

Trump 2.0

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Trump 2.0

İkinci kez ABD Başkanlığına seçilen Trump dönemi, moda tabiriyle Trump 2.0, 20 Ocak 2025 itibarı ile başladı. Trump’ın birinci döneminin de sloganı olan “yeniden büyük Amerika” yeniden ABD’nin ve dünyanın geri kalan kısmının gündeminde. Dünyayı ve bizleri nelerin beklediği konusunda her türlü spekülasyonu yapmak mümkün. Bu yazıda bazı öngörüler spekülatif olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte hem siyasi hem de ekonomik gelişmelere yönelik olarak bazı tahminleri mevcut görünümden yola çıkarak yapmak gerekiyor.

Önce genelde dış politikayı ilgilendiren olası senaryolara göz atalım.

Trump’ın seçim öncesi söylemlerinin ve seçildikten sonra ilk girişimlerinin, ülkemizin Kuzeyinde ve Güneyinde sürmekte olan savaşları bitirmek niyetinde olduğunu bize gösteriyor.

Rusya Ukrayna savaşının ağır maliyetine Trump yönetiminin katlanmak niyetinde olmadığı açık. Bunu seçim propagandası döneminde defalarca tekrarlayan Trump, göreve başlar başlamaz Putin’e göstermelik de olsa sert bir mesaj verdi. “Ya savaşı bitirirsin ya da çok daha ağır ABD ambargoları ile karşılaşırsın!” mealindeki sözleri, biraz istihza ile karşılandı. “Rusya’yı ekonomik olarak çökertebilecek daha fazla ne yapılabilir?” sorusu sanki tam olarak karşılığını bulabilmiş değil. Rusya’ya karşı daha ağır gümrük vergileri yanıtı, Rusya’nın ABD’ye ne sattığı konusu ile ilgili, bu noktada da çok fazla bir şey olmadığı açık.

Bütün bu söylemlerin ötesinde, Trump’ın Ukrayna’yı da artık desteklemek istemediği de ortada. Ukrayna’ya yapılan yardımların kesilmesi yolu ile Ukrayna’yı da barışa ikna etmek, büyük olasılıkla önümüzdeki günlerde yaşayacağımız gelişmelerin arasında yer alacak.

Yaklaşık üç yıldır sürmekte olan Rusya-Ukrayna savaşının bitmesinin çok önemli ekonomik sonuçlara yol açacağını şimdilik kayda ile belirtelim, ekonomik öngörülere ilerleyen bölümlerde yer vereceğimizin altını çizelim.

Güneyimize, yani İsrail Filistin ya da daha doğrusu İsrail Hamas savaşının geleceğine baktığımızda, durum daha karışık gözüküyor. Evet Trump iktidara gelmesinden bir gün önce (19 Ocak 2025) itibarı ile ateşkes sağlanmış olsa da bunun kalıcı bir barışa dönüp dönmeyeceği bir muamma olarak karşımızda duruyor. Bu noktada Trump’ın kendisine ve kabinesinde yer verdiği isimlerin geçmişine bakıldığında, ağır bir Siyonizm destekçisi havayı hissetmemek mümkün değil. Bununla birlikte bir an önce İsrail’in güvenlik endişelerinin ortadan kaldırılacağı bir Ortadoğu düzeninin yapılıp, büyük Amerika hayallerine uygun olarak esas hedef olan Çin’e yoğunlaşmak arzusu da açıkça ortada.

Doğal olarak İsrail’in çıkarlarına uygun yeni Ortadoğu düzeni ülkemizin başlıca endişe kaynağı. Suriye’nin geleceği, Fırat’ın doğusu daha uzun süre kafalarımızı meşgul edecek, hem iç politika hem de dış politika ve güvenlik politikalarımız konusunda belirleyici etkiye sahip olacak. Mevcut Şam yönetiminin iş başına gelir gelmez ülkemize karşı çok yüksek gümrük vergileri uygulamaya başlaması, Suriye’nin yeniden yapılandırılması sürecinden büyük ekonomik çıkarlar bekleyen kesimlerin hayal dünyasından kurtulup gerçeklerle yüzleşmesi gereğini de daha şimdiden ön plana çıkarttı.

Güvenlik endişelerimizin savunma politikalarımıza getireceği ilave ekonomik yükler ve bunun dış politikamıza nasıl yön vereceği de ayrı bir tartışma konusu olsa gerek.

Trump yönetiminin NATO’dan ve AB’den pek hazzetmediği de bir başka gerçek olarak karşımıza çıkıyor. NATO ülkelerinin savunma sanayiine daha fazla katkıda bulunması gereğinin altı sürekli çiziliyor. Zaten ekonomik olarak çok da iç açıcı durumda olmayan AB ülkeleri bu talebe uyabilirler mi? Örneğin ekonomik daralma yolundaki Almanya (yılda yaklaşık 100 milyar Euro bu işe kaynak tahsis ediyor) mevcut durumu sürdürebilir mi? Bunu Şubat ayında yenilenecek seçimlerin ardından daha net görebileceğiz. Benzeri sorunu hükümeti bütçe krizi nedeniyle düşen Fransa için de ileri sürmek mümkün.

ABD yönetiminin bu talepleri AB ülkelerinin daha fazla ekonomik çıkmaza girmelerinin yanı sıra giderek aşırı sağa kayan iç politikalarına da yansıyor. AB ülkeleri başlangıçtaki çıkış mottosu olan, kaynakların savaş yerine refaha aktarılması mantığından uzaklaştıkları oranda sosyal refah toplumu olma özelliklerini de yitiriyorlar.

Peki bu koşullarda NATO’nun ve AB’nin geleceği ne olur? Önümüzdeki yıllarda çok tartışacağımız soruların başında geliyor. Şu an için belirtebileceğimiz tek husus, çok da iç açıcı bir geleceğin öngörülemediği doğrultusunda.

Doğal olarak yeni Trump döneminin Çin ile olan ilişkilerini de gözden geçirmek gerekiyor.

Çin’in esas hedeflerin başında geldiği çok açık. Çin’in ekonomik olarak yayılma politikası, özellikle yeni teknolojiler alanında önlenemez yükselişi gerek ABD’nin gerekse AB ülkelerinin rekabet edemez hale gelmeleri sonucunu doğuruyor.

Bu çerçevede Trump’ın yanına aldığı teknoloji milyarderlerine verdiği yüksek önem ve bu alanlarda açıkladığı 500 milyar dolarlık yeni yatırım projesi, önümüzdeki günlerde ciddi teknoloji savaşlarına tanıklık edeceğimizin bir göstergesi.

Bu noktada altını çizmemiz gereken bir diğer önemli olgu ise ticaret savaşlarının yeniden başlayacak olması. Yüksek koruma duvarlarının tesis dilmesi yeni Trump döneminin kaçınılmaz olgularından bir tanesi. Ticaret savaşlarının ABD dışında kimseye yarar getirmeyeceği de açık. Doğal olarak bu noktada ABD’nin yüksek korumacılığının sadece Çin ile sınırlı kalmayacağını, bunun AB ülkelerini ve Türkiye’yi de etkileyeceğini söylemek zarureti doğuyor. Bir diğer ironik durumu da kendi aralarında ticaret savaşı yapacak olan ABD ve AB’nin Çin’e karşı nasıl bir ortak tavırda olacaklarını ve gümrük birliği dolayısıyla ülkemizin nasıl etkileneceği de ayrı bir muamma.

Gelelim Trump’ın Grönland, Panama ve Kanada konusundaki açıklamalarına. Başlangıçta“delidir, ne söylese yeridir!” diye karşılanan bu yaklaşımlar aslında çok da yabana atılmayacak türde. Küresel ısınmaya da bağlı olarak ortaya çıkmaya başlayan Grönland’ın toprak altı zenginlikleri, Trump’ın iştihanı fazlasıyla kabartmış gibi. Özellikle içine girdiğimiz dönemde yeni teknoloji kavgalarının lityum madeni üzerinden olacağı dikkate alındığında ve Çin’in Afrika kıtasındaki lityuma göz diktiği görüldüğünden, dayanıklı pil üretiminin bu stratejik kaynağına daha fazla sahip olmak, Grönland konusundaki istekleri anlamlı kılıyor. Danimarka’nın da “Grönland’ın geleceğine Grönlandlılar karar versin” mealindeki yaklaşımları kilometre kareye üç kişi düşen bu ülkenin rahatlıkla ABD’nin eline geçeceğinin işareti. Diğer ifadesi ile Trump’ın ABD vatandaşlarına topraklarımızın genişlemesine hazır olun vaadinin gerçekleşmesi çok uzun sürmeyebilir.

Panama ise, yine Çin’in bu körfezi kullanarak navlun maliyetlerini azaltmasının önünün kesilmesi için önemli gözüküyor. Hoş Panama’nın işgalinden ziyade, alışılagelmiş olduğu gibi ABD’ye karşı çıkan hükümet yapısı varsa darbe yolu ile değiştirilmesi pek de yabana atılmayacak bir olasılık.

Kanada ise şu an için bir fantezi. Fantezi olmaktan çıkıp da yeni gelişmeler olur mu? TrumpABD’nin başındayken her şey olabiliri yabana atmamak gerekiyor.

Buraya kadar çizmeye çalıştığımız görünümün bazı ekonomik yansımalarına baktığımızda şu düşünceleri alt alta sıralamak her halde hatalı olmayacaktır.

AB ekonomisi açısından iyi ve kötü haberler her an ortaya çıkabilir.

ABD’nin AB’ye de yüksek korumacılık uygulayacağı ihtimalinden daha önce bahsetmiştik. Bu durum AB ülkelerinin birinci ticari partneri olan ABD pazarına girişinde güçlükler yaratacaktır. Dolayısı ile zaten resesyona girmiş olan AB ülkeleri ekonomilerinin daha da büyük sorunlarla karşı karşıya gelme ihtimali azımsanmayacak nitelikte.

Rusya-Ukrayna savaşının bitmesi olasılığı ise iki açıdan AB ülkeleri için iyi haber olarak algılanabilir.

Öncelikle savaşın sürdürülebilmesi için Zelensky yönetimine yapılan yardımların kesilmesi bir rahatlama unsuru olarak ortaya çıkacaktır.

İkinci iyi haber ise Rus doğalgazına uygulanan ambargonun kalkması, AB ülke ekonomilerinin en önemli şikâyeti niteliğindeki enerji maliyetlerinin düşmesine yol açabilir. “Açabilir” kavramını kullanarak kesinlik ifade etmekten kaçındığımızın altını da çizelim. Savaş sürerken AB ülkelerine kaya gazını sıvılaştırılmış olarak fahiş fiyatla satan ABD’nin bu gelirinden nasıl vazgeçeceği de ayrı bir tartışma konusu.

Bu noktada Türkiye’nin artan jeopolitik öneminin de enerjinin AB ülkelerine nereden ve nasıl gideceği ile ilgili olduğunun ayrıca altını çizmek gerekir. Ukrayna’nın Rusya ile olan doğalgaz boru geçiş anlaşmasını sonlandırdığını hafızamızın bir kenarında tutmakta yarar var. Savaşın ardından yeni bir anlaşma olur mu bilinmez, ancak Rusya’nın güvenli geçiş olarak Türkiye’yi gördüğü de açık. Sadece Rus doğalgazı değil, Azerbaycan ve Hazar’ın diğer kıyısından gelenlerle birlikte, belki de güneydoğu sınırlarımızdan ve doğu Akdeniz’den geleceklerle birlikte, Türkiye AB için olmazsa olmazların başında gelecek. Bu arada Ukrayna’nın Türkiye’den temin ettiği dronlarla Rusya ile Türkiye arasındaki doğalgaz borularını imha etmeye çalışması ve bu dronların Rus uçakları ile düşürülmesi de başka soru işaretlerini doğuruyor. Bu işi gerçekten Ukrayna mı yaptı? Yoksa perde arkasında başkaları ve çıkarları mı var?

Bu verilere son olarak NATO’nun geleceği meselesini de ekleyerek yazımızı bitirelim.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, ABD, askeri harcamalar konusunda NATO üyesi Avrupa ülkelerini tehdit ediyor ve edeceğe de benziyor. GSYİH’larının yüzde 5’ini vermeye mevcut ekonomik koşullarda hangi AB ve NATO üyesi ülke göze alabilir? Gençlik yıllarımızda NATO karşıtı olan sol görüşlerden, içinde bulunduğumuz konjonktürde NATO karşıtlığının aşırı sağcı popülist yaklaşımlara geçtiğini görmek şaşırtıcı mı? Hele Trump’ın yemin törenine AB ülkelerinden sadece aşırı sağcı olanların davet edildiğini, yemin töreninde Hitler selamının bile verildiğini görmek, NATO’nun geleceği konusundaki endişeleri haksız mı çıkarıyor.

Eğer NATO dağılırsa, AB için yeniden 2000’li yılların başında fazlası ile tartışılan ASGK (Avrupa Savunma ve Güvenlik Kimliği) gündeme gelir mi? Böyle bir durumda halihazırda NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri yeni bir yola girer mi?

İzleyip göreceğiz…

Yazılarımı bitirirken hep kullandığım enseyi karartmayalım sözünü tekrar etmek isterdim. Ancak karartacak ense mi kaldı diye sorarsanız, bilmiyorum.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *