İstanbul
Hafif yağmur
11°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
36,5311 %0.08
38,1011 %0.47
3.370,84 % 0,63
93.780,01 %9.008
Ara

Ne olacak dünyanın bu hali?

YAYINLAMA:

23 Şubat’ta Almanya bir seçimi geride bıraktı. Dünyanın oturmuş demokratik sistemlerinden birinde gerçekleşen bu seçime dair sanıyorum konuşulması ve tartışılması gereken çok fazla çıktı var. Almanya özelinde kurulması muhtemel görülen “büyük koalisyonun” toplumun beklentilerine ne ölçüde çözüm olacağı, mülteci karşıtı söylemlerin seçmende karşılık bulmasının ne gibi sonuçlara vesile olacağı, genç seçmenlerin merkez partilere olan inancının tamamıyla yitirmesinin nedenleri, Batı’da görülen “aşırı sağ” trendinin sonunun nereye varacağı… Yani anlayacağınız, Almanya örneğinde de bir kez daha gördüğümüz üzere dünyada bir şeyler değişiyor ve -bence- bu değişim birtakım krizlere gebe.

Öncelikle 23 Şubat seçimlerinin sonuçlarıyla gündemi tartışmaya başlayalım. Seçimin sonucundan tahminimce memnun olan üç siyasi parti bulunuyor; seçimleri birinci sırada tamamlayan merkez sağ CDU/CSU, oyunu ikiye katlayan ve muhtemelen önümüzdeki yasama döneminde ana muhalefet konumunda bulunacak aşırı sağ AfD ve son bir buçuk ayda dirilerek parlamento grubunu genişletmeyi başaran sol yani Linke. Öte taraftan önceki dönemde trafik ışığı olarak adlandırılan koalisyonun üç parçası; sosyal demokrat SPD, yeşil Grüne ve liberal FDP ciddi bir mağlubiyetle yüzleşiyor.

23 Şubat’ı değerlendirmeye kentli genç seçmeni kazanarak adeta “mezardan” uyanan Linke’yle başlayalım. Linke’nin eski Eş Genel Başkanlarından Sahra Wagenknecht’in partiden ayrılarak yeni bir oluşum kurması, 2021 seçimlerinde kıl payı barajı geçen partiye vurulmuş son darbe gibi görünüyordu. Ancak aralık ayına kadar yapılan kamuoyu araştırmalarında barajın altında kalan parti, 23 Şubat seçimlerinde oyunu %8.8’e çıkarmayı başardı. Peki bu “geri dönüş” nasıl gerçekleşti?

Sanıyorum bu noktada Heidi Reichinnek’ten bahsetmemiz gerekiyor. 36 yaşındaki politikacının meclisteki karizmatik çıkışları, kendini “net” ve “sade” şekilde ifade eden kararlı tavrı ve etkin sosyal medya kullanımı; partinin genç seçmende karşılık bulmasıyla sonuçlandı. 18-24 yaş arasındaki seçmen grubunda birinci konumda olan Linke’nin bu “net”, “sade” ve “kararlı” kampanyası sanıyorum yükselen aşırı sağ trend karşısında kendisine yeni bir siyaset alanı bulacak sol partiler için örnek teşkil edecek.

Seçimlerde oyunu ikiye katlayarak en çok seçmen kazanan parti olma başarısını gösteren AfD ise parlamentodaki temsilini önemli ölçüde artırdı. Ancak, merkez partilerin parlamentoda AfD’ye karşı uyguladığı dışlayıcı tutum, yani ‘firewall stratejisi’, muhtemelen partinin meclisteki yasama süreçlerine etkisini sınırlı tutacaktır. Yine de eğer önümüzdeki süreç içerisinde yeni hükümet vaatlerini yerine getiremez ve ekonomik göstergelerde iyileşme sağlayamazsa, AfD'nin yükselişi devam edebilir.

Seçimlerin birinci partisine dönelim. Friedrich Merz ‘in başkanlığında Hristiyan Demokrat CDU/CSU, iktidara geri döndü. Şüphesiz kendilerini iç ve dış politikada önemli sınamalar bekliyor ancak subjektif fikrimce SPD ile oluşturacakları olası “merkez” koalisyonun önemli bir tarihi misyonu var. Merkez siyasetin, modernitenin ürettiği yeni sorunlarla başa çıkabilecek kapasiteye sahip olduğunu önce Almanya’ya sonra da bütün dünyaya göstermeleri gerekiyor. Zira olası bir başarısızlık, gelecek seçimlerde AfD iktidarıyla sonuçlanabilir.

23 Şubat seçimlerine şöyle bir değindiğimize göre odağımızı şu sıralar bütün Batı’nın tartıştığı önemli bir soruya çekelim, bu “aşırı sağ” trendi nereye varacak?

Öncelikle her siyasi seçim şüphesiz içerisinde kendisine özgü çeşitli dinamikler barındır. Ancak yazının devamında, aşırı sağın yükselişini 23 Şubat seçimleri özelinden çıkarıp yakın dönemde Batı Avrupa’da ve Birleşik Devletler ’de gerçekleşen diğer seçimlerle birlikte değerlendirmeye çalışacağım. Çünkü yükselen bu aşırı sağ hareketlenmelerin siyasal iletişim stratejilerine, retoriklerine ve politikalarına bakıldığında “ortak” sayılabilecek birçok yön bulmak mümkün; demokratik kurumlara karşı sorgulayıcı tavır, küresel ısınmanın “abartıldığını” savunarak fosil yakıtlara dönme isteği, uluslararası örgütlere dair getirilen çeşitli eleştiriler, göçmenlere karşı hukuk dışı yaptırım talepleri, ulus kimliğin öncelenmesi…

Fransa’da Ulusal Cephe, İtalya’da İtalya’nın Kardeşleri, Birleşik Krallık’ta Reform, Almanya’da Almanya için Alternatif, Amerika Birleşik Devletleri’nde MAGA (Amerika’yı Yeniden Muhteşem Yapalım)… Bütün bu “aşırı sağ” olarak tanımlanan siyasi partiler veya hareketlenmeler yükselişini istikrarlı bir şekilde sürdürüyor. Bu aşırı sağ trend karşısında merkez olarak kabul edilen, gelenekselleşmiş siyasi partiler veya gruplar “aşırılık” vurgusuyla yaptıkları negatif dilli kampanyalar dışında herhangi bir alternatif üretemiyor ve üretemedikçe de bu trendin güçlenmesine neden oluyorlar.

Peki aşırı sağ neden yükseliyor? Merkez siyasetin kapasitesi neden düştü? “Aşırılıklar” hortladı mı? Ne olacak dünyanın bu hali?

Korkarım ki bu soruların kesin, net bir cevabı yok. Dünya değişiyor, şüphesiz. Bireyden topluma yaşayış şekilleri ve biçimleri değişiyor.

Hayatımıza yakın bir süre önce giren internetin bireye, topluma, kültüre, ekonomiye olan etkilerini bütüncül bir şekilde değerlendirmemiz için tahmin edersiniz ki yıllarımızı vermemiz gerekiyor. Sosyal medyadaki propaganda faaliyetlerin siyasal süreçleri manipüle edebilme ihtimali, yankı duvarı içerisinde aynı düşünen insanların oluşturdukları “cemiyet” ortamının gerçeklikten koparak kutuplaşmaya ve aşırılaşmaya neden olup olmadığı, siyasilerin sosyal medyadaki faaliyetlerini ne kadar etik yürüttüğü… Bütün bu sorulara doyurucu cevaplar üretememişken son yıllarda hızlı bir gelişim gösteren yapay zekanın yaygınlaşması muhtemelen yeni sorunlar üretecek.  

İnternet ve yapay zeka haricinde tartışmamız gereken bir diğer önemli konu, sanayisizleşme. Ulaştırma teknolojilerinin gelişmesiyle beraber ulusötesi şirketlerin fabrikalarını ucuz iş gücü elde edebildiği Asya ülkelerine kaydırması; Batı’daki mavi yakalı seçmenlerin yaşadığı huzursuzluğu tetikleyen bir başka olgu.

Toparlamak gerekirse, dünya yeni bir teknolojik sıçrama döneminde. Bu sıçramaların üretimi artıracağı öngörüsüyle refah seviyesinin de artacağını beklemek, biraz iyimser bir yaklaşım olacaktır. Tarihi biraz kurcalarsak eğer, bu gibi sıçrama dönemlerinde sosyal huzursuzlukların, siyasal krizlerin, aşırılıkların ve eşitsizliklerin patlak verdiğini görürüz.

Vermont senatörü Bernie Sanders’ın “Oligarklar” olarak tasnif ettiği; milyarderler, yatırımcılar, CEO’lar ve sermaye sahipleri, yaşanan bu teknolojik gelişmeleri kendi tekellerinde toplayarak servetlerini artırırken; vergileri düşüreceğini ve üretimi artıracağını ifade eden “aşırı” siyasal partileri destekliyor ve artan eşitsizliği suni toplumsal meselelerle bulandırıyor. Ancak yaşananları sadece Elon Musk gibilerinin değişen siyasi tavrıyla yorumlamak ne kadar yeterli olur, emin değilim.

Soğuk savaş sonrası dünyanın gidişatının “liberal ve iyimser” bir paralelde ilerlediği düşüncesi yavaş yavaş ölüyor. Batı ekonomisinde yaşanan stagflasyon, seçmenlerin uluslararası örgütlere karşı olan bakış açısını olumsuz yönde etkilerken aidiyet duyduğu ulus devletin iktisadi istikbalini ve doğal olarak kendi çıkarını öncelemesine neden oluyor. İşte aşırı sağ, merkez siyasetin bir süredir kapatamadığı bütün bu boşluklardan doğuyor ve radikal, tehlikeli, bayağı ancak net çözüm önerileri sunarak seçmeni ikna etmeyi başarıyor.

Orta ve uzun vadede Batı’daki bu gidişatın sonu ne olur inanın bilemiyorum tahmin de edemiyorum. Ancak Meloni’nin 2022’den beri süregelen iktidarı, Donald Trump’ın yeniden seçilmesi, Ulusal Cephe’nin son seçimlerden birinci ayrılması, Reform’un kamuoyu araştırmalarında birinci parti konumuna gelmesi ve AfD’nin ana muhalefet pozisyonuna erişmesi bu trendin sürdüğünü ve sürmeye devam edeceğini bizlere gösteriyor.

Bütün bu değişim ve dönüşümün siyasal sistemde yarattığı gerilimler karşısında geleneksel merkez partilerin “yeni”, “pozitif” ve “akılcı” çözümler üretmesi gerekiyor. Aksi takdirde “aşırı sağ”; diline meze ettiği demokrasiyi temelsiz, çarpık bir düzlemde yeniden programlayacak ve dünyayı daha büyük krizlerle başa başa bırakacak. 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *